23 Şubat 2016 Salı

Diş sağlığı hakkında

Herkese yeniden Merhaba;
Youtube kanalımdaki Diş sağlığı videomda bahsettiğim İpana 3D White perfection’ı merak edenler için bir de burda detaylı olarak yazmak istedim.
Shakira’nin bembeyaz dişleriyle reklam yüzü olduğu macunu bende bir süredir deniyorum.
Ürünün içinde aynı yüzümüze uyguladığımız peelingler gibi minik partiküller bulunuyor ve diş beyazlatmayı vaadediyor.Macunun verdiği ferahlık hissi ve beyazlık çok güzel.
Detaylı bilgi için Youtube videomu buraya da ekliyorum. İzleyip yorumlarınızı benimle paylaşmayı unutmayın!
Ürünü Satın almak için buraya tıklayınız.
Daha detaylı bilgi için http://agizbakimuzmani.com/ sitesini ziyaret edebilirsiniz :)
Bembeyaz gülüşlü günler herkese!
#ipanaperfection  #gülüşünügöster
Kaynak: http://melodininmakyaji.blogspot.com.tr/

Bir boomads advertorial içeriğidir.

16 Şubat 2016 Salı

Gurmania ''Gerçekten Lezzetli''

Bugün Eminönün'nde dolaşırken çok güzel bir yer keşfettim. Dükkanının yanından geçerken vitrindeki berlinerleri görünce dayanamadık ve anneme denemesi için hemen bir tane almak istedim. Benim çoğu yaşıtımın aksine tatlıyla aram olmadığı için kendime almamaya kararlıydım. 

Annemin berlinerinden bir parça ağzıma atar atmaz geri döndüm:) Gerçekten tadı damağımda kaldı diyebilirim. Gurmania isim olarakta çok hoşuma gitti. Web siteleri: http://www.gurmania.com.tr/ Henüz denememiş olaranlara ve hatta özellikle benim gibi tatlıyla arası olmayanlara kesinlikle öneriyorum. Çalışanlar da inanılmaz güleryüzlülerdi. Öte yandan Türkiye'de bu kadar yozlaşma varken bu tip markaların oluşturulması ve yerli malının pazarlanması noktasında inanılmaz bir gurur duyuyorum. Online kataloglarına da buradan ulaşabilirsiniz: http://www.gurmania.com.tr/onlinekatalogg/index.php

İnternet sitelerine girdikten sonra berliner dışında denemek istediğim daha bir çok lezzetli yiyecek olduğunu gördüm. Anadolu yakasında oturan biri olarak vapura binip Eminönü'ne geçmek hiç gözümde büyümüyor. İnanın ki buna değer. Öte yandan Eminönü'nün o kalabalığı, dükkanları, güleryüzlü halkı ve esnafı beni her zaman mutlu etmiştir.

Eminönün'nden uzakta olanlara söylüyorum: Merak etmeyin çok yakında Gurmania muhtemelen her yerde olacak. İşinizi iyi yaparsanız sizde bir gün böyle hiçbir ücret ödemeden müşterilerinizden övgü yazıalrı alabilirsiniz. 

Denemek isteyenler: Tahmis Cad. No:40, Eminönü/İSTANBUL

9 Şubat 2016 Salı

CEO Olmak

CEO (Chief Executive Officer)'nun tanımına baktığımızda temel olarak ''hedefleri gerçekleştirmek, kurallara uymak, yönetmek, yarını planlamak ve en önemlisi de hesap vermek'' tanımlarını görürüz. CEO tüm bu tanımlamaların içinde yöneticilerin de yöneticisidir. Çünkü tüm işleyiş, sistem ve hesaplamalardan birincil olarak sorumlu tutulan kişidir. 
CEO bütün bu sorumluluklarının dışında şirketi mutlaka kâr ettirmelidir. Ancak bu sorumluluk biraz bencilce tanımlanmıştır. Çünkü şirketlerin esas var oluş sebebi 'sadece' kar etmek olmamalıdır. Eğer işinizi doğru yaparsanız kar etmemeniz için bir neden olmayacaktır. Bu yüzden de CEO'nun da şirketteki tüm çalışanlar gibi esas amacı kar etmekten çok 'işini doğru yapmak' olmalıdır. Kar etmek tanımı da çoğunlukla yanlış bilinmektedir. Bu konuya doğru bir bakış açısı kazandırmak adına kar etmek tanımlanmalıdır. Kar etmek; şirketin belli bir değer çerçevesinde satarak elde ettiği fiyat üzerinden maliyetlerini karşıladıktan sonra elinde kalan meblağdır. Bu meblağya kar adı verilir. Fakat günümüzde özellikle yakından takip ettiğim için FMCG sektöründen örnek vermek gerekirse çok fazla rakibiniz olduğu için söz konusu karın büyük bir bölümünü rakiplerinizle daha sıkı rekabet edebilmek adına harcamak zorunda kalıyorsunuz. Reklam maliyetleri, dış cephe giydirmeleri, fuarlar, çalışan memnuniyeti gibi önemli gider kalemlerine sahip oluyorsunuz. Bütün bunlar elde edilen kardan karşılanmalıdır. Şirket hiçbir zaman söz konusu reklam maliyetlerini karşılamak adına ürün kalitesinden düşürmeyi aklına bile getirmemelidir. Böyle bir durumda ciddi anlamda prestij kaybı yaşayabileceğini unutmamalıdır.
Şirketlerin sadece kar etmek için var olduğunu düşünmek negatif bir tutum olacaktır. Şirketler ürettikleri ya da sattıkları (veya iretip-sattıkları) ürünlere değer yaratırlar. Gidip herhangi bir yerde, reklamını hiç görmediğiniz, arkadaşlarınızdan hiç duymadığınız (WOM) bir yerde kahve içip oraya 15 TL ödemek size çok fazla gelirken, Starbucks gibi bir yerde oturup, oranın bildiğiniz atmosferinde soluklanırken ödediğiniz 15 TL çok gelmeyecektir. Bu değeri yaratan marka ve siz oluyorsunuz. Markalar 'insanlarda oluşturdukları duygular ölçütünde değerlidir.'
Günümüzde sadece kar etmeye odaklanan şirketler batmanın eşiğine kolaylıkla gelebiliyor. Önceliklerinin 'para olmaması gerektiğini' anlamış duruma gelen bazı şirketler ise gün be gün değerlerine değer katarak büyümeye devam ediyorlar. İster küçük ister büyük olsun, hiçbir şirketin varlık sebebi sadece sahiplerinin menfaatini kollamak olamaz, olmamalıdır.
Şirketler daima birer değer ortaklarıi birer aracılardır. Esas müşteriye ürünü ulaştıran, ürünün son haline gelmesini sağlayan, ambalajıyla, paketlenmesiyle, pazarlanmasıyla, reklamının yapılmasıyla, anlatımıyla, ürün yerleştirilmesine kadar pek çok paydaş üründen birebir sorumludur. Bu ekip içerisine çalışanlar, tedarikçiler, bayiler gibi pek çok üye dahil edilebilir. Şirket kar ederken, çalışanlarına, tedarikçilerine, bayilerine de iş imkanı sağlar. Bazı şirketler belli bir çalışan kesimine yıl sonu kar payı ya da prim şeklinde de ödeme yapar. Bu noktada büyük şirketlerin hitap ettikleri sektöre, kamuoyuna ve hatta ülkelerine dahi sorumlulukları olduğunu söyleyebiliriz.
Yaptığım araştırmalar bir süre önceye kadar CEO'ların finans kökenli olmalarının 'CEO olmalarında tercih sebebi olabileceğini' gösterse de bir süre önce bu inanış tamamen değişti diyebiliriz. Artık şirketler yalnızca çok fazla kar etmeye odaklanmıyor. Artık 'nasıl daha uzun süre kalıcı olabiliriz?' sorusu gündeme geliyor. Değişen ve dar boğaza girmeye meilli ekonomiler için bu inanış daha fazla çünkü artık şirketlerin kar etmekten çok 'değer yaratmaya' odaklanması şart. Bu düşünceyle beraber CEO'ların profilleri de değişmiş durumda. 2008'de girdiğimiz finansal kriz sonrasında bir çok CEO yönettikleri şirketleri iflas noktasına sürükledi ve görevlerini bıraktı. Sonradan bu krizin baş sorumlularının söz konusu işte bu CEO'lar olduğu ortaya çıktı.
Artık CEO'lardan 'ilham vermeleri' bekleniyor... Çalışan bağlılığını arttırmaya yönelik stratejiler geliştirmek her ne kadar İK gibi departmanların görevi olması gerekiyorsa da, artık CEO'lardan gerçekten iyi liderlik vasıflarına sahip, şaffaf, iletişim yeteneği çok güçlü, özgüven sahibi, empatik ve özellikle seyahat, uzun saatler çalışmak gibi konualrda 'esnek' olmaları bekleniyor. Bu profildeki tüm özellikleri toplandığınızda da karşınıza benim ve diğer meslektaşlarım gibi bir 'pazarlamacı' profili çıkıyor. Bugün iyi bir CEO olmak istiyorsanız mutlaka bir pazarlama kökeninin olması gerektiği vurgusu yapılıyor.
Peki niçin özellikle pazarlama? Çünkü pazarlamanın iç dinamikleri tüm paydaşların çıkarlarını gözetir. Bu dinamiklertüm paydaşların karını ve değerini maksimize etmeyi hedefler. Dolayısıyla daima 'daha iyiyi nasıl yapabiliriz?', 'kar ederken değerimizi nasıl maksimize edebiliriz' mantığı devrededir. Bu anlayış çerçevesinde CEO, şirketin sürdürülebilirliğini sağlamak üzere hem iç hem de dış dünyayı doğru anlayıp yorumlamaktan sorumlu tutulur. CEO’lar sadece yönettikleri şirketten değil, şirketin ilişkiye girdiği paydaşlara karşı da doğrudan sorumludurlar. CEO'ların yönetiikleri şirketler mutlaka yalnızca bugün kar etmeyi değil, uzun süre yaşamını sürdürmeyi ve yarın atacağı adımları da mutlaka planlamakla sorumludurlar. 
Şirketin varlık sebebine bu açıdan yaklaşınca, şirket yönetimi  “kâr merkezli” olmaktan çok “değer merkezli” olmak zorunda kalır. Değer merkezli bir anlayışta da kârlılık da çok önemliyken aynı zamanda da şirketin ve şirketin içinde bulunduğu ekosistemin refahı kârlılıktan önce gelir. 
Bugün yüksek karizmasıyla insanları peşinden sürükleyecek CEO'lardan çok, enerjisiyle insanalrı etkileyen, ikna kabiliyeti yüksek, ilham veren, sonuç odaklı, iletişimci CEO'lar rağbet görüyor. Yeni CEO'ların odak noktası para değil 'insan' olaca ve mutlaka pazarlama kökenli olmaları tercih nedeni olacak. Örnek vermek gerekirse rahatlıkla Apple için Steve Jobs ve Nike için de Phil Knight verilebilir. Gelecek odaklı olmak ve enerjiden bahsetmişken bu iki ismin CEO'lardan beklenenlerle ne kadar örtüştüğünü görmek mümkün. İyi bir CEO olmak 'para odaklı olmak' demek değildir.
Elbette ki her pazarlamacı CEO olabilir diyemeyiz. Ancak işini doğru yapan, gelecek odaklı, değer yaratan ve işleyişi farkında olan gerçek bir pazarlamacı yarının CEO'su olabilir. Yeni nesil CEO'lardan biri olmak için yeni nesil pazarlama anlayışını kavramış ve şirketi de dahil tüm paydaşlarının yararına çalışan 'değer odaklı' bir anlayışa sahip olmalıdır.
  • Kaynak: http://www.temelaksoy.com/ceonun-gorevi-nedir/
  • https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0cra_kurulu_ba%C5%9Fkan%C4%B1

2 Şubat 2016 Salı

Görmek İle Bakmak Arasındaki Fark

Küçüklüğümden beri annemin bana söylediği sözlerden biri buydu. ''Görmek ile bakmak arasında çok önemli bir fark vardır. Bir şeyin önünden geçebilirsin, yanından yürüyebilirsin. O şeye bakabilirsin, ama görmek istiyorsan daha dikkatli bakmalısın.'' İşte bu söz hep dışarıda öylesine yürüyüş yaparken bile aklıma gelir. Eğer ''görmek'' istiyorsam daha dikkatli bakarım.

Şimdilerde bu söylediğimi mülakatlarda kullanıyorlar. İçeriye girdiğinizde İK personeli size ''Arkanızdaki duvarın rengi nedir?'' diye sorabiliyor mesela. Eğer soruyu cevaplamadan önce arkanızı döner ve duvarın rengine bakarsanız bu olumlu algılanmayabiliyor. Onun yerine sizin her an dikkat seviyenizin ölçülebileceğini düşünerek etrafa daha dikkatli bakıp ''görmekte'' fayda var.

Görmek... Marka yaratırken işitmek ve hissetmekten daha önemli olan duyumuz görmektir. En az ses (duymak) kadar önemlidir. Yalnızda kulaklara hitap eden bir marka yaratmaktansa yalnızca gözlere hitap eden bir marka yaratabilirsiniz. Muhtemelen çok daha fazla dikkat çekersiniz. Görsel iletişim de tam da bu sırada devreye giriyor. Markanız müşterilerine vaadini mutlaka görsel biçimde dile getirmelidir.Ancak ve ancak bu şekilde gerçekten 'ikna edici' olabilir. Hani derler ya ''Gözümle görmediğime inanmam'' diye. O söz şimdi ne kadar anlamlı geliyor öyle değil mi? İnsan beyni ikna olmak için yaratılmıştır. Bunun içinde gözümüzle görebileceğimiz somut değerlere ihtiyaç duyarız. Hislerimizi dahi görmezden gelebiliriz. 

Belki yerinde bir örnek olmayabilir ama bir eş diğerini aldattığında, aldatılan eş bir avukata gittiğinde de bu soru sorulacaktır. ''Gözünüzle gördünüz mü?'' Belki de tüm bunlar birer kuruntudur. Ancak hisler çok yüksek oranda doğruyu anlamamızı sağlayacak bile olsa onlara güvenmeyiz. ''Gözümüzle görmeyi seçeriz.'' Görmediklerimizi de ''yokmuş gibi farzederiz.''

İlk insanları anımsayalım. Ozamanlar dahi iletişim vardı. Nasıl mı? Mağara duvarlarını çizilen resimleri düşünün. Yine görsellik. Yine''görmek''. Çünkü en kolay ve akılda kalıcı olan iletişim bu ve aslında ilk insanlar bunu farkına varmışlardı bile... İnsan gözü saniyeden bile çok daha kısa bir süre içerisinde gördüğü resmi anlamlandırabilir. Tepki verir ve düşünür. Beyin bu üstün özelliği sayesinde tehditleri de anlayabilir ve kendini korur. Refleks de tam da bu noktada kendini gösterir. Ani olaylara verdiğimiz ani tepkilere refleks diyoruz. Beynimiz bizden hep bir kaç adım sonrasını düşünme yetisine sahiptir. Refleksler sayesinde bir çok kaza önlenebiliyor. Alt beyin tüm bu tehditler ile uğraşırken, üst beynin ise gördüklerini anlamlandırabilmesi için biraz daha uzun bir zamana ihtiyacı vardır.

Peki burada bahsettiğimiz kısa zaman olgusu kimin işine yarar? Tabi ki görsel iletişim uzmanlarının! Son dönemde git gide niçin görsel özellikleri yoğun olan paylaşımların özellikle Twitter'da daha fazla rt edildiğini biliyor musunuz? İşte bu anlattığımız görsel tutkunluğu şimdilerde markaların ''Nasıl daha etkili reklam yapar ve daha çok kişiye ulaşırız?'' ve hatta ''kısa ve etkili bir paylaşımda nelere dikkat etmeliyiz'' sorularına ışık tutuyor. Cevap veriyorum markalar! Görsel kullanın. Bol bol görsel, kısa kısa videolar ekleyin. Mesajınız mümkünse saniyeler içerisinde verilebilecek cinsten olsun. Videolar renkli ve ilgi çekici olmalı. Hitap ettiğiniz yaş grubuna dikkat edin. Özellikle, X, Y,Z kuşakları hakkında daha çok bilgiye sahip olun. Herkese aynı şekilde ulaşamazsınız.

Trafik işaretleri de ulusal değil mi? Dünyanın her yerinde aynı anlama gelen bu renkler görselliğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlatıyor. Örneğin bir bilginin daha fazla akılda kalıcı olmasını istiyorsanız o bilgiye görsel unsurlar ekleyin.Youtube, Facebook, Twitter, Instagram, Pinterest gibi platformlar sayesinde, bizden önceki hiç bir neslin görmediği kadar fazla sayıda ve çeşitte görselliğe ulaşıyoruz her gün. Dünya kaçınılmaz olarak her geçen gün daha görsel bir yer haline geliyor. Küreselleşmeyle birlikte aslında bir nevi aynılaşıyoruz.

Gestalt kuramına göre insan, bir görselin unsurlarını tek tek değil, anlamlı bir ilişkiler bütünü içinde algılar. İnsan zihni, bütünü oluşturan parçaları görürken, aralarındaki ilişkiyi de kurgular. İnsan, gördüklerini –kendisi için- en anlamlı biçime dönüştürme eğilimindedir. (Pragnanz yasası) Bir insanın suratına baktığımızda, gördüğümüz ayrı ayrı organlar değil, bütün bir yüzdür. Örneğin sağldaki resime bakın. Bu resimde görünen nesnenin ne olduğu sorulduğunda birçok kişi “otomobil” diyecektir fakat bu bir otomobil değildir. Eğer objektif olmak gerekirse bu bir otomobilin ön tarafıdır, ona “otomobil” dememizin sebebi pragnanzdır. Beynimiz otomatik olarak otomobilin geri kalanını tamamlayacak ve bunun bir otomobil olduğuna karar verecektir. Eğer beyninizin pragnanz safhasını atlatıp orijinal bir düşünce meydana getirmeyi denerseniz resmin devamına bir uçak, bir tren, bir kamyonet, bir tır, bir limuzin… arkası çizmeniz mümkün. Fakat bunun yerine en muhtemel olan otomobil ile tamamlanarak beyniniz bu çok küçük krizi pragnanz ile atlatmış olur.

Görselliğe dikkat eden ve bu anlamda tutarlı olan markalar daha kalıcı olacaktır. Her markanın kendi görsel dili olmalıdır ve bu dile bağlı kalınmalıdır. Chanel, bir parfümün kokusunun şişesinden belli olduğunu ileri sürer. Marka yönetmek görselliğin önemlini kavramak ve görselliğe bütün ögelerden daha çok dikkat etmek demektir. Bu özellik aslında bir nevi de sanatçı olmayı gerektirir. Markalar unutulmamalı ki taşıdıkları misyon ve vizyonu ilk önce tüketici ile bu görsellik üzerinden buluşturacaklardır. Marka görselliği ile vaadlerini karşılar nitelikte olmalıdır.

Annemin de dediği gibi. ''Görmek istiyorsan daha dikkatli bakmalı ve baktığın şey üzerinde düşünmelisin.''