2 Şubat 2016 Salı

Görmek İle Bakmak Arasındaki Fark

Küçüklüğümden beri annemin bana söylediği sözlerden biri buydu. ''Görmek ile bakmak arasında çok önemli bir fark vardır. Bir şeyin önünden geçebilirsin, yanından yürüyebilirsin. O şeye bakabilirsin, ama görmek istiyorsan daha dikkatli bakmalısın.'' İşte bu söz hep dışarıda öylesine yürüyüş yaparken bile aklıma gelir. Eğer ''görmek'' istiyorsam daha dikkatli bakarım.

Şimdilerde bu söylediğimi mülakatlarda kullanıyorlar. İçeriye girdiğinizde İK personeli size ''Arkanızdaki duvarın rengi nedir?'' diye sorabiliyor mesela. Eğer soruyu cevaplamadan önce arkanızı döner ve duvarın rengine bakarsanız bu olumlu algılanmayabiliyor. Onun yerine sizin her an dikkat seviyenizin ölçülebileceğini düşünerek etrafa daha dikkatli bakıp ''görmekte'' fayda var.

Görmek... Marka yaratırken işitmek ve hissetmekten daha önemli olan duyumuz görmektir. En az ses (duymak) kadar önemlidir. Yalnızda kulaklara hitap eden bir marka yaratmaktansa yalnızca gözlere hitap eden bir marka yaratabilirsiniz. Muhtemelen çok daha fazla dikkat çekersiniz. Görsel iletişim de tam da bu sırada devreye giriyor. Markanız müşterilerine vaadini mutlaka görsel biçimde dile getirmelidir.Ancak ve ancak bu şekilde gerçekten 'ikna edici' olabilir. Hani derler ya ''Gözümle görmediğime inanmam'' diye. O söz şimdi ne kadar anlamlı geliyor öyle değil mi? İnsan beyni ikna olmak için yaratılmıştır. Bunun içinde gözümüzle görebileceğimiz somut değerlere ihtiyaç duyarız. Hislerimizi dahi görmezden gelebiliriz. 

Belki yerinde bir örnek olmayabilir ama bir eş diğerini aldattığında, aldatılan eş bir avukata gittiğinde de bu soru sorulacaktır. ''Gözünüzle gördünüz mü?'' Belki de tüm bunlar birer kuruntudur. Ancak hisler çok yüksek oranda doğruyu anlamamızı sağlayacak bile olsa onlara güvenmeyiz. ''Gözümüzle görmeyi seçeriz.'' Görmediklerimizi de ''yokmuş gibi farzederiz.''

İlk insanları anımsayalım. Ozamanlar dahi iletişim vardı. Nasıl mı? Mağara duvarlarını çizilen resimleri düşünün. Yine görsellik. Yine''görmek''. Çünkü en kolay ve akılda kalıcı olan iletişim bu ve aslında ilk insanlar bunu farkına varmışlardı bile... İnsan gözü saniyeden bile çok daha kısa bir süre içerisinde gördüğü resmi anlamlandırabilir. Tepki verir ve düşünür. Beyin bu üstün özelliği sayesinde tehditleri de anlayabilir ve kendini korur. Refleks de tam da bu noktada kendini gösterir. Ani olaylara verdiğimiz ani tepkilere refleks diyoruz. Beynimiz bizden hep bir kaç adım sonrasını düşünme yetisine sahiptir. Refleksler sayesinde bir çok kaza önlenebiliyor. Alt beyin tüm bu tehditler ile uğraşırken, üst beynin ise gördüklerini anlamlandırabilmesi için biraz daha uzun bir zamana ihtiyacı vardır.

Peki burada bahsettiğimiz kısa zaman olgusu kimin işine yarar? Tabi ki görsel iletişim uzmanlarının! Son dönemde git gide niçin görsel özellikleri yoğun olan paylaşımların özellikle Twitter'da daha fazla rt edildiğini biliyor musunuz? İşte bu anlattığımız görsel tutkunluğu şimdilerde markaların ''Nasıl daha etkili reklam yapar ve daha çok kişiye ulaşırız?'' ve hatta ''kısa ve etkili bir paylaşımda nelere dikkat etmeliyiz'' sorularına ışık tutuyor. Cevap veriyorum markalar! Görsel kullanın. Bol bol görsel, kısa kısa videolar ekleyin. Mesajınız mümkünse saniyeler içerisinde verilebilecek cinsten olsun. Videolar renkli ve ilgi çekici olmalı. Hitap ettiğiniz yaş grubuna dikkat edin. Özellikle, X, Y,Z kuşakları hakkında daha çok bilgiye sahip olun. Herkese aynı şekilde ulaşamazsınız.

Trafik işaretleri de ulusal değil mi? Dünyanın her yerinde aynı anlama gelen bu renkler görselliğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlatıyor. Örneğin bir bilginin daha fazla akılda kalıcı olmasını istiyorsanız o bilgiye görsel unsurlar ekleyin.Youtube, Facebook, Twitter, Instagram, Pinterest gibi platformlar sayesinde, bizden önceki hiç bir neslin görmediği kadar fazla sayıda ve çeşitte görselliğe ulaşıyoruz her gün. Dünya kaçınılmaz olarak her geçen gün daha görsel bir yer haline geliyor. Küreselleşmeyle birlikte aslında bir nevi aynılaşıyoruz.

Gestalt kuramına göre insan, bir görselin unsurlarını tek tek değil, anlamlı bir ilişkiler bütünü içinde algılar. İnsan zihni, bütünü oluşturan parçaları görürken, aralarındaki ilişkiyi de kurgular. İnsan, gördüklerini –kendisi için- en anlamlı biçime dönüştürme eğilimindedir. (Pragnanz yasası) Bir insanın suratına baktığımızda, gördüğümüz ayrı ayrı organlar değil, bütün bir yüzdür. Örneğin sağldaki resime bakın. Bu resimde görünen nesnenin ne olduğu sorulduğunda birçok kişi “otomobil” diyecektir fakat bu bir otomobil değildir. Eğer objektif olmak gerekirse bu bir otomobilin ön tarafıdır, ona “otomobil” dememizin sebebi pragnanzdır. Beynimiz otomatik olarak otomobilin geri kalanını tamamlayacak ve bunun bir otomobil olduğuna karar verecektir. Eğer beyninizin pragnanz safhasını atlatıp orijinal bir düşünce meydana getirmeyi denerseniz resmin devamına bir uçak, bir tren, bir kamyonet, bir tır, bir limuzin… arkası çizmeniz mümkün. Fakat bunun yerine en muhtemel olan otomobil ile tamamlanarak beyniniz bu çok küçük krizi pragnanz ile atlatmış olur.

Görselliğe dikkat eden ve bu anlamda tutarlı olan markalar daha kalıcı olacaktır. Her markanın kendi görsel dili olmalıdır ve bu dile bağlı kalınmalıdır. Chanel, bir parfümün kokusunun şişesinden belli olduğunu ileri sürer. Marka yönetmek görselliğin önemlini kavramak ve görselliğe bütün ögelerden daha çok dikkat etmek demektir. Bu özellik aslında bir nevi de sanatçı olmayı gerektirir. Markalar unutulmamalı ki taşıdıkları misyon ve vizyonu ilk önce tüketici ile bu görsellik üzerinden buluşturacaklardır. Marka görselliği ile vaadlerini karşılar nitelikte olmalıdır.

Annemin de dediği gibi. ''Görmek istiyorsan daha dikkatli bakmalı ve baktığın şey üzerinde düşünmelisin.''


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder