Günümüzde sosyal medyada etkin olmak çok önemli bir konu haline gelmiş bulunuyor. Bir çoğumuz twitter, facebook, instagram gibi sosyal paylaşım sitelerinde dolaşıyor, bazı bilgileri paylaşarak yayılmasını kolaylaştırıyor, bazılarına ise yorum yapıp, beğeniyoruz. Bugün sosyal paylaşım siteleri şirketler için de çok önemli bir konuma sahip çünkü hem ucuz hem de çok fazla takipçisi var.
Sosyal paylaşım sitelerinde sansürsüz bilgiler edinebiliyoruz. Takip ettiğimiz kişilerin belli bir tarzları varsa eğer, bu tarzlarda bilgiler paylaşacağını umarak takip ediyoruz.. Belki de sonrasında takibi sonlandırıyor, veyahutta beğendiğimiz/katıldığımız bilgileri paylaşıyoruz.
Sosyal paylaşım siteleri artık radyo ve tv gibi geleneksel iletişim araçlarından çok dahafazla öneme sahip. Hatta bir çok marka artık televizyonlara ya da radyolara reklam vermektense, sosyal paylaşım ağlarından reklam vererek daha az bütçelerle daha büyük bir kitleye seslenebiliyor. Ancak duruma bu şekliyle baktığımızda sosyal medya esiri olup olmadığımızı da düşünmeye başlıyoruz. Çünkü artık Facebook'tan çocuğunun fotoğrafını paylaşan ya da yeni bir işe girdiğini müjdeleyen arkadaşımız, bu bildirimi görmediğimizde ya da farketmediğimizde 'Aa nasıl görmezsin şu siteden paylaşmıştım' diye bir tepki veriyor. Bu duruma geldiğimize göre bir çoğumuz artık daha dikkatli davranmaya çalıştığı bilincini de göstermeye başlıyor.
Evlilik davetiyelerinin dahi günümüzde e-mail yoluyla gönderilmeye başlandığı bir dönemde yaşıyoruz artık. Ölesiye internete kapılmış, akıllı telefonlarımızı yanımızdan ayırdığımızda ölesiye bilgisiz kalabiliyoruz... Arkadaşlarımızı etkileme çabası içindeyiz bir çoğumuz, onlardan geri kalmak istemiyoruz. Sosyal medya hesaplarımız adeta kimliğimiz haline gelmiş durumda.
Üstüne üstük artık şirketler sosyal medya hesaplarındaki kampanyaların dahi reytinglerini ölçebiliyor. Daha önceki yazılarımda Tick Tock Boom ajansından bahsetmiş ve oradaki çalışma koşullarına değinmiştim. Şirketler artık işlerini şansa bırakmıyor ve gelebilecek her tepkiyi ölçümleyip feedback sağlayabiliyor. Eski zamanlardaki arkadaş sayımız artık 'takipçi sayımız' olarak değiştirildi. Ne kadar çok takipçimiz varsa çevremiz o kadar geniş, o kadar popüler sanıyoruz kendimizi. Ayrıca bütün bu hayran kitlesi de apaçık ortada duruveriyor. Herkes kimin kimi takip ettiğini biliyor. Kimin daha etkili olduğunu görüyor...
Daha çok merak ediyoruz artık. Instagramda 1 gün belki de bir kaç saat bakmadığımızda neler olup bittiğini merak ediyoruz. Günlük yapacağımız işler rutininde artık bu da var! Facebook'u açıp yeni bir arkadaşlık talebi gelmiş mi? Kim neler paylaşmış? Bugün kimin doğum günü? Hangi arkadaşım neler paylaşmış? Bu fotoğrafta kimler varmış? Nerelere gidilmiş? Kimler gitmiş? Merak ediyoruz.. Hem de öyle böyle bir meraktan bahsetmiyorum. Yatağa yatıp uyumaya hazırlandığımızda dahi bunları düşünür hale geldik. Bütün bunlar bir yana arkadaşlarımızı kendimizle karşılaştırıyoruz. Giydiklerini, yediklerini içtiklerini, gittikleri yerleri... Sanki birer ünlüymüşler gibi takip ediyoruz. Kendimizi belki de birer paparazi yerine koyarak.
Başkalarının mutlulukları bazen de kendi durumumuz hakkında bizleri düşünmeye itiyor. Kendimizi başkalarıyla karşılaştırınca eksiklerimizi görüyoruz. Kendimizi eksik ve mutsuz hissediyoruz. Bu kadar neşeli olmadığımızı düşünüyor, hüzünleniyoruz kimi zaman. Kimi zamansa mutluluklarından mutluluk duyuyoruz. Neden kendimizin de o fotoğrafta olmadığını düşünüyoruz. Açıkçası bu durum psikolojik bir yalnızlık hissi yaratıyor insanda. Uzmanlar bu konuda hala araştırma yapmaya devam ediyor. Kendilerini başarısız ve mutsuz olarak gören insanların sayısının git gide arttığı görüşünde hem fikir oluyorlar. İçinde yaşadığımız çağın hastalığının bu olduğunu düşünüyorlar.
Bütün bunlar bir yana bu hüzün ve mutsuzluk hali tamamen kendimizi nasıl gördüğümüzle alakalı. Eğer kendimizi bile bile mutsuz olmaya itiyorsak, gerçekten içinde bulunduğumuz koşulları yetersiz görüyor ve yeterince çabalamadığımızı düşünüyorsak böyle hissediyoruz. Bir de şöyle düşünün: Herkes aynı şekilde eğlenmiyorki... Eğlence tamamen kişisel özelliklerimizin etkin olduğu bir eylemdir. İnsanlar bir kitap okurken, bir kedi severken, açık havada bir yürüyüş yaparken, belki de bir şeyler çizer ya da yazarken de eğlenebilirler. Ki bütün bunalrı kimseyle paylaşmak durumunda da değilsiniz. Bunları sadece kendiniz yaşamanız da kafi. Hatırlar mısınız geçtiğimiz aylarda ''Bir Eylül meselesi'' diye bir film vizyona girmişti. Ki epey de ses getirmişti. O filmde benim en sevdiğim sahnelerden birini soracak olursanız, şüphesiz Eylül'ün Tek ile birlikte gittikleri sahilde birlikte sandalyede oturup güneşin batışını izlerken, Eylül'ün cep telefonunu çıkartıp o anı fotoğraflamak istediğini gören Tek'in 'O elindekine gerek yok ki' dediği ve iki eliyle bir rulo gibi yapıp 'İşte buradan bakabilirsin. Bu fotoğrafı çek ve zihnine kaydet..' dediği an derdim. O an tüm sosyal medya hesapları dursun ve o anı yaşayın.. Çünkü hayat gelip geçiyor ve gerçek şu ki bir gün öldüğümüzde aklımızda kalan şeyler gerçek anılarımız olacak. O anı bir fotoğrafın bir twitin bir videonun ya da başka bir şeyin bozmasına izin vermeyin. Yaşadığımız anlar geri gelmiyor... Sosyal medya esiri olmayın.
'En mutlu an' görüntüsü, bir kaç dakika öncesinde fotoğraf çekeceğini söyleyen kişinin yapmacık bir biçimde oluşturduğu bir çok gülme şeklinden birinin düzgün çıktığı varsayılarak, belki de üzerinde photoshopla oynama yapılarak, oluşturulmuş anın görüntüsüdür. Elbette bütün bunlar varsayım. Gerçekten mutlu da olabilirler. Belki de öyleler.. Ama ne önemi var ki? Siz de mutlu olduğunuz zamanlar yaşıyorsunuz belki de bunları fotoğraflayıp sosyal medya sitelerinde paylaşmak gibi bir amaç gaye gütmüyorsunuz.
Yetersizlik durumu kendiniz için iyi bir başlangıçtır. Bunu şu yüzden söylüyoruz. Yetersizlik hissi bir noktada sizleri daha iyisini yapmaya iter. Bu da tekrar tekrar denemeye ve başarmaya götürür. Bu hissi kaybetmemek önemlidir. Kıyaslayın. Kendinizi kıyaslamanızda bir sakınca yoktur. Yalnız lütfen kendinizi mutsuz ya da başarısız görmeyin. Sosyal medya fenomenlerinin bir çoğu günde 8 saatten fazlasını twitter hesaplarını inceleyip, twit okuyarak, nasıl daha etkin olabilirim düşüncesiyle geçiriyor. Evet. Doğrusu siz bunu yapmıyor olabilirsiniz. Ama insanlar bunu amaç olarak belirliyor ve uyguluyorlar. Gerçek şu ki buna zamanınız yok belki de.. Belki de siz başka bir uğraşı alanı seçip o noktada uzamanlaşmayı seçtiniz. Olabilir. Herkes popüler olmak zorunda değil.
Daha önce de dediğim gibi çevremizdeki kişilerle kendimizi kıyaslayıp, daha iyisini hedeflememizde hiç bir sakınca yok. Bu bizim için iyi bile denilebilir. Denemekten, daha iyisini yapmaya çalışmaktan yorulmamalıyız. En önemlisi de diğer kişilerin bizi amaçlarımızdan alıkoymasına izin vermemeliyiz. Gerçek başarılar tam bu tükenmişlik anının ürünüdür. Vazgeçmeye en yakın olduğunuz nokta aslında başarmaya da en yakın olduğunuz noktadır. Diğer insanları kendinize bir ilham kaynağı olarak seçin.
Bazen sosyal paylaşım siteleri geleneksel medyanın eksiklerini de kapatabiliyor. Geçtiğimiz dönemlerde büyük bir 'Gezi parkı' olayı yaşandı. Tüm Dünya uyandı. Bizler televizyonu açtığımızda ise bir çok zaman penguen belgeselleriyle karşı karşıya kaldık. Sosyal medya mı? Sosyal medya kelimenin tam manasıyla uçuyordu. Normal zamanlardaki twitter kullanıcılarının sayısının 10 katına kadar çıktığını söylemek doğru olacaktır. Üstüne üstük twitter kapatıldığı zaman bile durum değişmedi.. Kişi sayısı yine arttı. Paylaşımlar artış gösterdi. Yasağa tepki yaratıldı. Daha agresif bir durumla karşı karşıya kalındı. Bütün bunlar sosyal medyanın etkilerini gözler önüne serdi.
Kısacası ben hayatı ıskalamamamız konusunda hassas davranmamız gerektiğini düşünüyorum. Şimdi sizlere çok önemli bir bilgi vereceğim. Bu vereceğim bilgi sizin 'gerçek gülümseme' ile 'yapay gülümseme' arasındaki farkı anlamanızı kolaylaştıracak. Şöyle ki: Gerçek gülümsemede gözlerin kenarları kırışır. Yapayda ise donuk bir ifade vardır. Ağız gülümser ama gözler donuktur. Bu yüzden uzaktan baktığınızda gülümsüyor gibi görünürken, zoomladığınızda gerçek gülümseme ile yapay olanın arasındaki temel farkı anlarsınız. Benim savım ise sosyal medya sitelerindekib ir çok fotoğrafın 'yapay' mutlu anlardan oluştuğu doğrultusunda. Dolayısıyla bu yapaylığı kafanıza takmanıza gerek yok... Ne de olsa gerçek dışıdır.
Gerçek ilişkiler kurmak, anı yaşamak, hayatı ıskalamamak için sosyal medyaya 'pauselamak' gerekir bazen. Arada bir elinizden akıllı telefonları bırakıp, birileriyle gerçekten ama gerçekten sohbet edip temiz havanın (yediklerinizin fotoğrafını paylaşmadan) doyasıya tadına vamanın, check-in yapmadan gitmek istediğiniz yerlere gitmenin tadını çıkarmaya ne dersiniz? Nede olsa özgürüz! Sosyal medya esiri olmak niye?
İyi hafta sonları hepinize:)
Eda Demirden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder