Küçüklüğümden
beri annemin bana söylediği sözlerden biri buydu. ''Görmek ile bakmak
arasında çok önemli bir fark vardır. Bir şeyin önünden geçebilirsin, yanından
yürüyebilirsin. O şeye bakabilirsin, ama görmek istiyorsan daha dikkatli
bakmalısın.'' İşte bu söz hep dışarıda öylesine yürüyüş yaparken bile
aklıma gelir. Eğer ''görmek'' istiyorsam daha dikkatli bakarım.
Şimdilerde bu
söylediğimi mülakatlarda kullanıyorlar. İçeriye girdiğinizde İK personeli size ''Arkanızdaki
duvarın rengi nedir?'' diye sorabiliyor mesela. Eğer soruyu
cevaplamadan önce arkanızı döner ve duvarın rengine bakarsanız bu olumlu
algılanmayabiliyor. Onun yerine sizin her an dikkat seviyenizin
ölçülebileceğini düşünerek etrafa daha dikkatli bakıp ''görmekte'' fayda var.
Görmek... Marka
yaratırken işitmek ve hissetmekten daha önemli olan duyumuz görmektir. En az
ses (duymak) kadar önemlidir. Yalnızda kulaklara hitap eden bir marka
yaratmaktansa yalnızca gözlere hitap eden bir marka yaratabilirsiniz.
Muhtemelen çok daha fazla dikkat çekersiniz. Görsel iletişim de tam da bu
sırada devreye giriyor. Markanız müşterilerine vaadini mutlaka görsel biçimde
dile getirmelidir.Ancak ve ancak bu şekilde gerçekten 'ikna edici' olabilir.
Hani derler ya ''Gözümle görmediğime inanmam'' diye. O söz
şimdi ne kadar anlamlı geliyor öyle değil mi? İnsan beyni ikna olmak için
yaratılmıştır. Bunun içinde gözümüzle görebileceğimiz somut değerlere ihtiyaç
duyarız. Hislerimizi dahi görmezden gelebiliriz.
Belki yerinde
bir örnek olmayabilir ama bir eş diğerini aldattığında, aldatılan eş bir
avukata gittiğinde de bu soru sorulacaktır. ''Gözünüzle gördünüz mü?'' Belki
de tüm bunlar birer kuruntudur. Ancak hisler çok yüksek oranda doğruyu
anlamamızı sağlayacak bile olsa onlara güvenmeyiz. ''Gözümüzle görmeyi
seçeriz.'' Görmediklerimizi de ''yokmuş gibi farzederiz.''
İlk insanları
anımsayalım. Ozamanlar dahi iletişim vardı. Nasıl mı? Mağara duvarlarını
çizilen resimleri düşünün. Yine görsellik. Yine''görmek''. Çünkü en
kolay ve akılda kalıcı olan iletişim bu ve aslında ilk insanlar bunu farkına
varmışlardı bile... İnsan gözü saniyeden bile çok daha kısa bir süre içerisinde
gördüğü resmi anlamlandırabilir. Tepki verir ve düşünür. Beyin bu üstün
özelliği sayesinde tehditleri de anlayabilir ve kendini korur. Refleks de tam
da bu noktada kendini gösterir. Ani olaylara verdiğimiz ani tepkilere refleks
diyoruz. Beynimiz bizden hep bir kaç adım sonrasını düşünme yetisine sahiptir.
Refleksler sayesinde bir çok kaza önlenebiliyor. Alt beyin tüm bu tehditler ile
uğraşırken, üst beynin ise gördüklerini anlamlandırabilmesi için biraz daha
uzun bir zamana ihtiyacı vardır.
Peki burada
bahsettiğimiz kısa zaman olgusu kimin işine yarar? Tabi ki görsel iletişim
uzmanlarının! Son dönemde git gide niçin görsel özellikleri yoğun olan
paylaşımların özellikle Twitter'da daha fazla rt edildiğini biliyor musunuz?
İşte bu anlattığımız görsel tutkunluğu şimdilerde markaların ''Nasıl
daha etkili reklam yapar ve daha çok kişiye ulaşırız?'' ve hatta ''kısa
ve etkili bir paylaşımda nelere dikkat etmeliyiz'' sorularına ışık
tutuyor. Cevap veriyorum markalar! Görsel kullanın. Bol bol görsel, kısa kısa
videolar ekleyin. Mesajınız mümkünse saniyeler içerisinde verilebilecek cinsten
olsun. Videolar renkli ve ilgi çekici olmalı. Hitap ettiğiniz yaş grubuna
dikkat edin. Özellikle, X, Y,Z kuşakları hakkında daha çok bilgiye sahip olun.
Herkese aynı şekilde ulaşamazsınız.
Trafik
işaretleri de ulusal değil mi? Dünyanın her yerinde aynı anlama gelen bu
renkler görselliğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlatıyor. Örneğin
bir bilginin daha fazla akılda kalıcı olmasını istiyorsanız o bilgiye görsel
unsurlar ekleyin.Youtube, Facebook, Twitter, Instagram, Pinterest gibi
platformlar sayesinde, bizden önceki hiç bir neslin görmediği kadar fazla
sayıda ve çeşitte görselliğe ulaşıyoruz her gün. Dünya kaçınılmaz olarak her
geçen gün daha görsel bir yer haline geliyor. Küreselleşmeyle birlikte aslında
bir nevi aynılaşıyoruz.
Gestalt kuramına göre insan, bir görselin unsurlarını tek tek değil,
anlamlı bir ilişkiler bütünü içinde algılar. İnsan zihni, bütünü oluşturan
parçaları görürken, aralarındaki ilişkiyi de kurgular. İnsan, gördüklerini
–kendisi için- en anlamlı biçime dönüştürme eğilimindedir. (Pragnanz yasası)
Bir insanın suratına baktığımızda, gördüğümüz ayrı ayrı organlar değil, bütün
bir yüzdür. Örneğin sağldaki resime bakın. Bu resimde görünen nesnenin ne
olduğu sorulduğunda birçok kişi “otomobil” diyecektir fakat bu bir otomobil
değildir. Eğer objektif olmak gerekirse bu bir otomobilin ön tarafıdır, ona
“otomobil” dememizin sebebi pragnanzdır. Beynimiz otomatik olarak otomobilin
geri kalanını tamamlayacak ve bunun bir otomobil olduğuna karar verecektir.
Eğer beyninizin pragnanz safhasını atlatıp orijinal bir düşünce meydana
getirmeyi denerseniz resmin devamına bir uçak, bir tren, bir kamyonet, bir tır,
bir limuzin… arkası çizmeniz mümkün. Fakat bunun yerine en muhtemel olan
otomobil ile tamamlanarak beyniniz bu çok küçük krizi pragnanz ile atlatmış
olur.
Görselliğe
dikkat eden ve bu anlamda tutarlı olan markalar daha kalıcı olacaktır. Her
markanın kendi görsel dili olmalıdır ve bu dile bağlı kalınmalıdır. Chanel, bir
parfümün kokusunun şişesinden belli olduğunu ileri sürer. Marka yönetmek
görselliğin önemlini kavramak ve görselliğe bütün ögelerden daha çok dikkat
etmek demektir. Bu özellik aslında bir nevi de sanatçı olmayı gerektirir.
Markalar unutulmamalı ki taşıdıkları misyon ve vizyonu ilk önce tüketici ile bu
görsellik üzerinden buluşturacaklardır. Marka görselliği ile vaadlerini
karşılar nitelikte olmalıdır.
Annemin de
dediği gibi. ''Görmek istiyorsan daha dikkatli bakmalı ve baktığın şey üzerinde
düşünmelisin.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder