English French German Spain Italian Dutch Russian Portuguese Japanese Korean Arabic Chinese Simplified


21 Aralık 2015 Pazartesi

Yeni Yıl İçin Alınabilecek En Güzel Hediye

Şimdi yazının başlığına bakıp hemen uçak, araba, sonsuz para diyeceğimi düşünüyorsunuz biliyorum ama bu sefer başka bir hediyeden bahsedeceğim. Yılbaşı yaklaşırken evde aile üyeleri tarafından gizli gizli işler çevrilmeye başlar. Herkes kendi hediyesini en güvenli yere saklamaya çalışır aynı zamanda diğerlerinin hediyelerini bulmaya çalışır. Bu yıl evde yılbaşı için hediyemi biraz erken buldum. Gardırobun en arkasında hışırdayan bir torba içerisinde hediye saklanırsa olmaz.
Neyse ben şu hediye kısmına geçeyim. Daha gelmeyen yılbaşının hediyesi: Oral-B şarjlı diş fırçası. Denemeye çekiniyordum ama hediye gelince keşke daha önce alsaymışım dedim kendi kendime.
Oral-B, profesyonel diş temizleme aletlerinden esinlenerek tasarlamış bu şarjlı diş fırçaları ile mükemmel bir temizlik deneyimi sunuyor. Diş plaklarını temizlemekte manuel fırçalardan çok daha etkili bir sonuç veriyor, ilk kullanımdan sonra bile daha önce sanki hiç bu kadar iyi dişlerimi fırçalamamışım gibi hissettim. Üç boyutlu oynar başlık sayesindeyse normal bir fırçanın yapamayacağı kadar hareket edip, normalde ihmal ettiğimiz ulaşamadığımız yerlere bile ulaşıyor. Fırça başlıkları dişleri tamamen sararak birçok noktaya temas ediyor ve muhteşem sonuçlar almamı sağlıyor.
Ağız bakımına çok önem veren birisi olarak bu benim için en iyi yılbaşı hediyesi oldu. Siz de yeni yılda sevdiklerinize Oral-B şarjlı diş fırçası hediye ederek onları mutlu edebilirsiniz.
Ürünleri incelemek ve yılbaşı indiriminden yararlanmak için tıklayınızBu arada, Burcu Esmersoy'lu videosunu da paylaşmadan duramadım :)



Bir boomads advertorial içeriğidir.

10 Aralık 2015 Perşembe

Bomonti’de yepyeni bir yaşama çok az kaldı… Bu çok özel yatırım fırsatını kaçırmayın!

155 apart daireli The House Residence ve 51 odalı The House Hotel, 2016 yaz döneminde Bomonti’de kapılarını açmaya hazırlanıyor. 
Yenigün İnşaat yatırımı, The House Collection markası ve FYP’nin dizayn, marka ve konsept planlaması ile Bomonti’de hayat bulan The House Residence’da ince işler hızlı bir şekilde devam ediyor. Özel dizayn tasarımları ile hazırlanan örnek daireler, bugünden The House Residence tasarım anlayışını ve Bomonti’deki yaşamı keşfetmeniz için sizi bekliyor…
Modern yaşam, sanat ve dizayn ile zenginleşen The House Residence’ta yaşam stüdyo, 1+1 ve 2+1 dairelerde çok özel ödeme planları ile yatırım fiyatı 230 Bin Dolar’dan başlayan fiyatlarla sunuluyor. Dairelerin yatırım planlama ve uzun/kısa dönem kiralama hizmetlerini ise daha ilk günden FYP sizin için yapıyor… 
Dinamik, sosyalleşmeye açık ve konforlu bir yaşamın kodlarıyla şekillenen The House Residence Bomonti’de, 1+0’dan 2+1 ve penthouse’lara kadar 44 m2 ile 199 m2 arasında değişen, özel tasarıma sahip 155 adet apart daire seçenekleri sunuluyor. Yaşama renk katan detaylar ise projenin lounge, dining room, spor kulübü, club ofisi, kafeleri, peyzaj alanları ve teras gibi alanlarında odaklanmış durumda. Yaşamı ortak alanlara taşıyan The House Residence, servis zenginliğini ve kalitesini aynı binada bulunan 51 odalı The House Hotel’den alacak.
The House Residence’da dairenin yatırım planlaması daha ilk günden senin adına yapılıyor, detaylar seni yormuyor. Bütün dairelerin kısa, uzun dönem kiralama hizmetleri The House Residence yönetimi ve FYP tarafından, uluslararası zincirlerin işbirliğiyle gerçekleştiriliyor. The House Residence, her detayı özenle planlamaya dayanan modern tasarım anlayışını evinize de taşıyor. Dilerseniz tüm yaşam alanlarınızı sizin seçimlerinizle güzelleştiriyor. Taşınmaya hazır, zevkle döşenmiş, titizlikle hazırlanmış bir otele gelir gibi bavulunuzu alın, gelin ve yaşamaya başlayın.
Bomonti’ye tasarım dokununca
Piramit Mimarlık Turgut Toydemir tarafından projelendirilen The House Residence’ın yaşam konsepti ve iç mimari planlaması FYP Proje Geliştirme’den Tony Phillipson’ın İngiliz Conran  + Partners ile gerçekleştirdiği özel işbirliğiyle hayat buldu. Peyzaj ve cevre düzenlemesinde ise Hyland Edgar Driver imzası var. Geleneksel ve modern endüstriyel alanların yansımaları, modern mimari ve yaşam tarzı kodlarını harmanlayan tasarım New York Soho, Londra Covent Garden ve Paris L’es Halles gibi örneklerle de organik bağa sahip. Ortaya çıkan sonuç ise, ana yaklaşım olarak modern mimari, life style konsept ile geleneksel ve modern endüstriyel tasarımı birleştiren yepyeni bir konsept.
7/24 hayat, hizmet, mutluluk
The House Residence Bomonti, The House Hotel, The Residence Lounge, The Dining Room, The Cafe, The Club Fitness, The Club Office, The Garden Terrace ve The Services gibi mekan ve hizmetleri aynı binada, aynı çatı altında bir araya getiriyor. The House Residence’da kişiye özel servisler, Bomonti’nin ilk dizayn oteli The House Hotel işletmesi ile sunuluyor. The Services olarak tanımlanan sınırsız hizmetler ile, iki farklı noktada 2 farklı resepsiyon ve özel asistan, housekeeeping, vale, teknik servis, güvenlik ve ev sahibi kullanımına hazır laundry alanı, apart daire sahiplerine ev ortamında da otel konforu sunmayı hedefliyor.
Evler sakin, ortak alanlar yaşamla dolu
Konut, hotel, sosyal yaşam alanları, spor kulübü ve service ofis alanı ile bir yaşam merkezi olarak hayata geçen The House Residence, eğlence, yaşam, iş ve spor keyfini birlikte sunuyor. 2016 yazında tüm sosyal alanları ile hayata geçecek olan The House Residence sakinleri The Dining Room’da dilerlerse hazırladıkları yemeklerle dilerlerse özel asistanın yardımıyla davetlerini verebilecekler. Sabah 7:00 – gece 24:00 saatleri arasında kişiye özel hizmet veren The Residence Lounge, size özel bir mekan olarak tasarlandı. The Club Fitness sağlıklı bir yaşam sunarken, giriş terasında yer alan The Cafe’ler de ise Nişantaşı, Galata ve Karaköy’ün gözde mekanlarını sizlerle buluşturacak.
Daha ayrıntılı bilgi almak için tıklayınız.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

11 Kasım 2015 Çarşamba

Şarj edilebilir diş fırçalarına dair doğru bilinen yanlışlar

Manuel diş fırçası şarj edilebilir diş fırçası kadar iyi temizler!
Yanlış.  İlk kullanımdan itibaren şarj edilebilir diş fırçaları manuel fırçalara oranla  2 kat daha fazla plak temizler. Bu özellik dişlerinizin yalnızca dış görünümü için değil, sağlığı için de oldukça önemli. Plak, dişin dış kısmını kaplayan bakteri tabakasıdır. Bakteriler yediğimiz yiyeceklerdeki şekerle beslendikleri için, zamanla asit oluştururlar. Bu nedenle bakterilerin diş yüzeyine yerleşmesi, diş ve diş eti hastalıklarının en önemli sebeplerinden biridir.
Oral-B’nin elektronik fırçalarının tamamında fırça başlıkları yuvarlak olarak tasarlanmıştır. Bu yenilikçi tasarım sayesinde her dönüşte farklı bir açıyla dişin tüm yüzeyinin temizlenmesine olanak sağlar. Küçük boyutuyla her bir dişin yüzeyine ve diş aralarına rahatlıkla ulaşabilir.
Şarj edilebilir fırçalar yalnızca ağız ve diş sağlığı konusunda problem yaşayan kişilere tavsiye edilmektedir!
Yanlış. Oral-B’nin yaptığı bir anket çalışmasında, katılımcıların %39’unun ancak dişleriyle ilgili herhangi bir problem yaşadıktan sonra şarj edilebilir diş fırçası kullanmaya başlayacaklarını belirttikleri görüldü.
Ağız sağlığında tedaviden çok koruma yöntemi izlenmesi tavsiye edilmektedir. Çünkü dışarıdan yapılan herhangi bir müdahale, ne kadar iyi olursa olsun kendi dişinizin sağladığı rahatlığı ve fonksiyonelliği sağlamaz. Dişleri korumanın en önemli yolu, ağız ve diş problemlerinin bir numaralı sorumlusu olan plak tabakasını ortadan kaldırmaktır. Şarj edilebilir diş fırçaları, plak temizliği konusunda manuel diş fırçalarından %100’e kadar daha fazla etkilidir. Plak, yapışkan bir madde olduğu için diş fırçanızdan da ayrılması zordur. Bu nedenle diş hekimleri ortalama 3 ayda bir diş fırçanızı yenilemeniz gerektiğini söylüyor.
Şarj edilebilir diş fırçası da kullanıyor olsanız, 3 ayda bir fırça başlığı  değişimini gerçekleştirmek durumundasınız. Oral-B, elektronik diş fırçanızı kolayca yenilemeniz için değiştirilebilir başlıklarla size sunuyor.
Nasıl bir diş fırçası kullanıyor olursanız olun, diş fırçalama süreniz aynı olduğu için aynı etkiyi yakalayabilirsiniz!
Yanlış.  Diş hekimleri, dişlerinizi günde en az iki kez, 2 dakika fırçalamanızı öneriyor. Ancak yapılan araştırmalar ve klinik deneyler, dişlerinizi 2 dakika şarj edilebilir diş fırçalarıyla fırçalamanızın çok daha etkili sonuçlar almanızı sağladığını gösteriyor.
Şarj edilebilir diş fırçaları diş yüzeyine zarar verir!
Yanlış.  Yukarıda bahettiğimiz anketin bir başka ilginç sonucu da, anket katılımcılarının %5’inin şarj edilebilir diş fırçasının diş yüzeyine zarar verdiğini düşünmesi. Oral-B’nin şarj edilebilir diş fırçaları, basınç göstergesi sayesinde diş fırçasını dişinize çok fazla bastırdığınızda çalışmasını durduruyor.
Tüm şarj edilebilir fırçalar aynı özelliktedir!
Yanlış.  Herkesin diş yapısı birbirinden farklı. Bu nedenle Oral-B kullanıcılarına birbirinden çok farklı özelliklere sahip farklı şar edilebilir diş fırçaları sunuyor. Hassas dişetleri için, farklı büyüklükteki diş aralıkları için ya da sararmış dişleri beyazlatmak için birbirinden farklı bir çok diş fırçası modeli bulunuyor.
Detaylı bilgi almak için videoyu izleyebilirsiniz. Ürün alternatiflerini görmek için tıklayınız.

KAYNAK: www.uplifers.com


Bir boomads advertorial içeriğidir.

26 Ekim 2015 Pazartesi

Gelecek Turizmde ile sürdürülebilir turizmin geleceğini yazacak üç yeni proje belli oldu!

Seyahat ederken hepimiz gittiğimiz yörenin doğasını, kültürünü hissetmek, el emeklerinden satın almak, yerel lezzetlerini tatmak isteriz.
Eko turizm, kırsal turizm, kültür turizmi, gastronomi turizmi gibi farklı sürdürülebilir turizm çeşitleri ile hem biz farklı deneyimler yaşarız hem de yerel halkın ekonomisine katkıda bulunmuş oluruz.
İşte bu sebeple Anadolu Efes, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 8 sene önce bir araya gelerek "Gelecek Turizmde" dedi ve sürdürülebilir turizm için çalışmaya başladı.

Doğu Anadolu Bölgesi’nde 5 yıl boyunca başarılı modeller yaratan Gelecek Turizmde projesi kapsamında 2013 yılından bu yana 6 farklı sürdürülebilir turizm fikri desteklendi. Bursa'nın Misi Köyü'nde Misili kadınlar yerel lezzetleri ve geleneksel el sanatlarını turistlere sunmaya başladı. Safranbolu esnafıyla Karabük Üniversitesi el ele verdi, Safranbolu’ya özgü hediyelik eşyalar yaratmak için kolları sıvadı. Mardinli kadınlar tamamen kendi emekleriyle eski bir Mardin evini misafirperverliğin kitabını yazan bir pansiyona çevirdi. Şanlıurfa’da Göbeklitepe halkı, yok olmaya yüz tutmuş taş işçiliği sanatını yeniden canlandırmak için harekete geçti. Seferihisarlı kadınlar yerel lezzetlerini turistik bir deneyime çevirdi. Malatya Battalgazililer ise Arslantepe Höyüğü’nü tanıtmak için çalışmalarını hızlandırdı.
%100 Misia Projesi – İpekevi dokuma atölyesi – Misi Köyü / Bursa
Safranbolu Hatırası Projesi – Hediyelik eşyalar
Seferihisar’ın Geleneksel Mutfağı Projesi – Yöresel ürünler - Seferhisar/İzmir
Mardin’de Kadın Liderliğinde Sürdürülebilir Turizm Girişimlerinin Yaratılması Projesi – İpekyolu Misafir Evi 
Yeni dönemde ise bu altı projeye üç yeni proje daha katıldı. Adana Saimbeyli’de kelebek gözlemi projesiyle, Isparta Keçiborlu’da lavanta ile kırsal turizme sağlanan katkıyla, Balıkesir Edremit’te ise yöreye özgü yemekler ile gelişen gastronomi turizmiyle Gelecek Turizmde yolculuğu devam ediyor.


Bir boomads advertorial içeriğidir.

14 Ekim 2015 Çarşamba

Basitleştir ve Kazan


Bir süredir yaptığım araştırmalar çok fazla 'ürün çeşitliliği' bulunan markaların aslında yeterince para kazanamadığını ortaya çıkardı. Asıl önemli olan nokta 'Gerçekten ne olmasa da kazanabiliriz?' sorusunu sormaktan geçiyor. Yazıma bu şekilde başlamamın sebebi 'basitleştirmek'. Neden mi basitleştiriyorum? Çünkü örneğin bir müşteri, supermarkete girdiğinde aklında keçi peyniri almak varsa gözlemlerime göre üzerinde yalın ve net bir biçimde 'keçi peyniri' yazan ürünü tercih ediyor. Eğer daha önce aldığı ve onda 'tatmin duygusu' yaratan bir ürün varsa tercihini bu yönde kullanıyor. Eğer ilk defa alacaksa da durum 'yalın ve basit biçimde' almak istediği ürünün niteliğini yansıtan cisten olmalı. Eğer böyle bir ürününüz varsa evet, bu ürün gerçekten satıyor!

Bir çok müşteri söz konusu keçi peynirinin içindeki keçi sütü miktarına dikkat etmezken, bir çoğu da ilk olarak fiyatına dikkat ediyor. En önemli nokta da onay almak kısmında. Eğer yanında onunla benzer ürünlere bakan birileri varsa taklit etme eğilimine giriyor. Daha da vahimi rafta hangi ürün azalmışsa, müşteri ilk önce o ürüne bakıyor. İlk düşüncesi 'Azalmış, o halde çok satıyor. Yani bu iyi bir ürün olmalı. O halde bunu almalıyım' oluyor. Ben bu satırları yazarken, belki siz de içinizden 'Evet ben de böyle yapıyorum' diyorsunuz. Konu hakkında bilgili olmam, malesef benim de bu tip bir davranışa girmeme engel olmuyor. Çünkü günümüzün pazarlama uzmanları bu işi gerçekten çok iyi yapıyorlar.

Aslında belki de ürün yerleştirirken raftaki kısmın yarısını boş bırakmak, fiyatı düştü şeklinde etiketler koymak, ürünü tam göz hizzasına yerleştirmek bunun anahtarı olabilir. Şuan aklınızdan 'Ama bu bir hile.. Böyle bir şey yapılmamalı' diye geçiriyor olabilirsiniz. Ancak böyle şeyler yapılıyor ve bu az önce dediğim pazarlama uzmanlarının ana iş dalı. 'Bu ürünü nasıl daha çok satabiliriz?'. Onlar böyle çılgınca fikirler için para alıyorlar.

Mark Zuckerberg... 2004'te keşfettiği inanılmaz fikrini çok geçmeden geliştiriyor. Günümüzde Facebook Dünya'nın 2. büyük ülkesi konumunda. Tarım toplumunda servet yaratabilmek için toprağa ihtiyaç vardı.. Sanayi toplumunda ise sermaye gerekiyordu. Peki, Mark Zuckerberg'in ikisi de olmamasına rağmen hali hazırda elindeki servetin sebebi nedir? Çok basit.. Fikir! Günümüzde güçlü olabilmek için yaratıcı olmak gerekiyor. İçinde bulunduğumuz dönemde herşey birbirine benzemekle birlikte insanlar inanılmaz bir biçimde taklit etmeye meilliler. Pazarlama uzmanlarının kazandığı paranın da kaynağı buradan geliyor. Eğer yaratıcı bir fikriniz, satışı arttırmak yönünde bir gayeniz ve çabanız yoksa tutunmanız pek de mümkün olmuyor. Mark Zuckerberg'in de aslında yapmış olduğu şey 'basitleştirmek'. Elbette kilolarca ağırlığın içerisinde sayfa sayfa profil yazıları ve resimleri de olabilirdi. Masamıza koyup hepsine tek tek bakabilirdik fakat o bunu çok güzel bir şeyle birleştirdi. 'İnternetle'. İnternet ve profiller. Günümüzde inanılmaz seviyelerde kullanılan bilgisayarlar, tabletler, akıllı telefonlar oluştu. Hiç şüphesiz bu başarıda Facebook'un da payı var. Elbette Twitter'ın da, Instagram'ın da. Şimdi de büyümeye başlayan Periscope... Daha niceleri...


İki adet parmağımızı kullanarak saniyenin onda biri kadar bir sürede büyültüp küçültebildiğimiz fotoğraflar... Rengini veya biçimini beğenmeyip bir kaç saniyede kesip biçtiğimiz, kusurlarımızı birden yok eden ve bunları sosyal medyada paylaşmamıza olanak tanıyan uygulamalar... Aslında bunların hepsi Facebook'a borçlu. Neden? Çünkü Facebook önemli bir kapıyı açtı ve artık insanlar Facebook'u kimliklerinin bir göstergesi olarak kullanmaya başladı.

Michael J. Cullen'in bir fikri vardı. Atlantic & Pacific Co için çalışırken yükseldi ve Mutual Grocery ve Kroger Stores'da genel satış yöneticisi oldu. Ardından çalışmakta bulunduğu şirkete detaylı bir mektup göndererek fikrini anlattı ancak mektubuna cevap gelmedi. 1930'da işini bırakıp Amerika'nın ilk supermarketini açtı. Aslında fikri son derece basitti. Tezgahtarlardan arındırılmış, müşterinin supermarkete girdiği anda raftan istediği ürünü kendisi seçip kasaya gelmesi ve ödemesini yapmasıydı.. Bu şekilde daha az istihdam sağlanırken, müşterinin 'kendi seçme özgürlüğünün ortaya çıkması' yazımın başında bahsettiğim pazarlama uzmanlarını doğurmakla kalmadı. İnanılmaz bir rekabet ortamını da beraberinde getirdi.

Richard ve Maurice McDonald San Bernardino Kalifornia'da bir restaurant açtılar. Menüde çoğunluğu ızgara ürün olan 25 ürün vardı. Tam sekiz yıl sonra biraderler kazançlarının çoğunun hamburgerlerden geldiğini fark edince, arabayla servis yapan restaurant işine son vererek, 11 menüden oluşan 'mütevazi' bir yapıya büründüler. Bu haliyle arabayla servis yapan çalışanların istihdamına son verildi. Self-servis'e dönüldü. İşte bugünün fast-food endüstirisini yaratan dahiyane buluş da buydu! Garsonsuz bir restaurant!

Philips Electronics 1963 yılında bir kasetçalar tasarladı. Ardından Sony ve diğer şirketler portatif müzik setleri ve kayıt cihazları tasarımına gitti. Kasetçaların küçük boyutunu kendi lehlerine kullandılar. Sony şunu savundu: Eğer hoparlörlerden ve kayıt fonksiyonundan feragat edebilirsek, tüketicilerin yanlarında taşıyabilecekleri kasetçalarlar üretebiliriz. Sony bu işten inanılmaz karlar elde etti!

Uber araba servisi... 2010 yılında lansmanı yapılmıştı. Temel içgörüleri sürücüyü diskalifiye etmek ve yazılım kullanmak olmuştu.

Ayaksız bir kilotulu çorap fikri de Sara Blakely'den gelmişti. Çünkü Blakely, parmak uçları açık ayakkabılarını giydiği zaman çorabın açıkta kazan dikiş izlerinden hoşlanmıyordu. Onları kesince de çorap bacaklarına dolanıyordu. O da kendine bir ayaksız kilotlu çorap kategorisi yaptı. Spanx markası işte bu şekilde geliştirildi.

Amerika'da havayolları hem ekonomik hem de birinci sınıf kategorisinde hizmet veriyor. Southwest ise birinci sınıfı ortadan kaldırarak tamamen ekonomik sınıfa yönelik bir hizmet sundu. Bu anlamda 'sadece ekonomik sınıfa yönelik' olan ilk havayolu şirketidir. Henüz ikinci yılında iken şirket ciddi anlamda kar elde etmeye başlamıştı. Bir çok hava yolu şirketi iflasa sürüklenirken Southwest zarar dahi açıklamadı.

Drybar.. 'Kesim yapmıyoruz, Boya yapmıyoruz. Sadece fön çekiyoruz..' Alli Webb isimli bir avukatın dahiyane fikri sayesinde sadece fön çeken bir kuaför düşünün. Çok basit. Sadece saç kurutma işlemine odaklanmışlardı.

Bağcıksız ayakkabının tasarımı ise Nils Tveranger isimli bir ayakkabı üretcisine aitti.

Mini'nin doğuşu da 1957 yılında British Motor Corporation'ın başkanı Leonard Lord'un fikriyle şekillendi. O, tasarımcısı Alec Issigonis'e 3 metrelik uzunluğa ve 1.5 metre yüksekliğe sahip bir kutuya sığan bir araba yaratmasını istedi. Ayrıca arabanın içinde yolcuya ayrılacak mekanın arabanın %60'ına tekabül etmesini istedi. Aslında fikir basit. Sadece bagajın yok edilmesiyle bile bu hayata geçirilebildi.


Peki ya Picasso'ya ne demeli.. Kübik resmin bulucusu dahinin her bir tablosu inanılmaz fiyatlara satılıyor. Her biri birbirinden değerli... Aslında o'nın yaptığı da biraz 'basitleştirmek' değil mi? Bir çok çizgi ile anlatmak yerine bizlere düşünmemiz için pay bırakıyor. Keskin bir zeka örneği...

Söz konusu bu başarı hikayelerinde temel olarak 'basitleştirme' olgusu günümüzde de kendini göstermeye devam ediyor. Basitleştirebilen kazanıyor. Günümüz fikir dünyasında iyi bir fikri olan kişi başarılı oluyor. Ancak önemli olan şu: Fikrinizi mutlaka tescilleyin ve hayata geçirene dek asla durmayın. Okuduğum yaklaşık 30'a yakın girişimcilik kitabında üstüne basa basa söylenilen yegane fikir budur. Basitleştir ve durma.


Kaynaklar:

1 Eylül 2015 Salı

Sosyal Medya Esiri Miyiz?



Günümüzde sosyal medyada etkin olmak çok önemli bir konu haline gelmiş bulunuyor. Bir çoğumuz twitter, facebook, instagram gibi sosyal paylaşım sitelerinde dolaşıyor, bazı bilgileri paylaşarak yayılmasını kolaylaştırıyor, bazılarına ise yorum yapıp, beğeniyoruz. Bugün sosyal paylaşım siteleri şirketler için de çok önemli bir konuma sahip çünkü hem ucuz hem de çok fazla takipçisi var.

Sosyal paylaşım sitelerinde sansürsüz bilgiler edinebiliyoruz. Takip ettiğimiz kişilerin belli bir tarzları varsa eğer, bu tarzlarda bilgiler paylaşacağını umarak takip ediyoruz.. Belki de sonrasında takibi sonlandırıyor, veyahutta beğendiğimiz/katıldığımız bilgileri paylaşıyoruz.

Sosyal paylaşım siteleri artık radyo ve tv gibi geleneksel iletişim araçlarından çok dahafazla öneme sahip. Hatta bir çok marka artık televizyonlara ya da radyolara reklam vermektense, sosyal paylaşım ağlarından reklam vererek daha az bütçelerle daha büyük bir kitleye seslenebiliyor. Ancak duruma bu şekliyle baktığımızda sosyal medya esiri olup olmadığımızı da düşünmeye başlıyoruz. Çünkü artık Facebook'tan çocuğunun fotoğrafını paylaşan ya da yeni bir işe girdiğini müjdeleyen arkadaşımız, bu bildirimi görmediğimizde ya da farketmediğimizde 'Aa nasıl görmezsin şu siteden paylaşmıştım' diye bir tepki veriyor. Bu duruma geldiğimize göre bir çoğumuz artık daha dikkatli davranmaya çalıştığı bilincini de göstermeye başlıyor.



Evlilik davetiyelerinin dahi günümüzde e-mail yoluyla gönderilmeye başlandığı bir dönemde yaşıyoruz artık. Ölesiye internete kapılmış, akıllı telefonlarımızı yanımızdan ayırdığımızda ölesiye bilgisiz kalabiliyoruz... Arkadaşlarımızı etkileme çabası içindeyiz bir çoğumuz, onlardan geri kalmak istemiyoruz. Sosyal medya hesaplarımız adeta kimliğimiz haline gelmiş durumda.

Üstüne üstük artık şirketler sosyal medya hesaplarındaki kampanyaların dahi reytinglerini ölçebiliyor. Daha önceki yazılarımda Tick Tock Boom ajansından bahsetmiş ve oradaki çalışma koşullarına değinmiştim. Şirketler artık işlerini şansa bırakmıyor ve gelebilecek her tepkiyi ölçümleyip feedback sağlayabiliyor. Eski zamanlardaki arkadaş sayımız artık 'takipçi sayımız' olarak değiştirildi. Ne kadar çok takipçimiz varsa çevremiz o kadar geniş, o kadar popüler sanıyoruz kendimizi. Ayrıca bütün bu hayran kitlesi de apaçık ortada duruveriyor. Herkes kimin kimi takip ettiğini biliyor. Kimin daha etkili olduğunu görüyor...



Daha çok merak ediyoruz artık. Instagramda 1 gün belki de bir kaç saat bakmadığımızda neler olup bittiğini merak ediyoruz. Günlük yapacağımız işler rutininde artık bu da var! Facebook'u açıp yeni bir arkadaşlık talebi gelmiş mi? Kim neler paylaşmış? Bugün kimin doğum günü? Hangi arkadaşım neler paylaşmış? Bu fotoğrafta kimler varmış? Nerelere gidilmiş? Kimler gitmiş? Merak ediyoruz.. Hem de öyle böyle bir meraktan bahsetmiyorum. Yatağa yatıp uyumaya hazırlandığımızda dahi bunları düşünür hale geldik. Bütün bunlar bir yana arkadaşlarımızı kendimizle karşılaştırıyoruz. Giydiklerini, yediklerini içtiklerini, gittikleri yerleri... Sanki birer ünlüymüşler gibi takip ediyoruz. Kendimizi belki de birer paparazi yerine koyarak.



Başkalarının mutlulukları bazen de kendi durumumuz hakkında bizleri düşünmeye itiyor. Kendimizi başkalarıyla karşılaştırınca eksiklerimizi görüyoruz. Kendimizi eksik ve mutsuz hissediyoruz. Bu kadar neşeli olmadığımızı düşünüyor, hüzünleniyoruz kimi zaman. Kimi zamansa mutluluklarından mutluluk duyuyoruz. Neden kendimizin de o fotoğrafta olmadığını düşünüyoruz. Açıkçası bu durum psikolojik bir yalnızlık hissi yaratıyor insanda. Uzmanlar bu konuda hala araştırma yapmaya devam ediyor. Kendilerini başarısız ve mutsuz olarak gören insanların sayısının git gide arttığı görüşünde hem fikir oluyorlar. İçinde yaşadığımız çağın hastalığının bu olduğunu düşünüyorlar.



Bütün bunlar bir yana bu hüzün ve mutsuzluk hali tamamen kendimizi nasıl gördüğümüzle alakalı. Eğer kendimizi bile bile mutsuz olmaya itiyorsak, gerçekten içinde bulunduğumuz koşulları yetersiz görüyor ve yeterince çabalamadığımızı düşünüyorsak böyle hissediyoruz. Bir de şöyle düşünün: Herkes aynı şekilde eğlenmiyorki... Eğlence tamamen kişisel özelliklerimizin etkin olduğu bir eylemdir. İnsanlar bir kitap okurken, bir kedi severken, açık havada bir yürüyüş yaparken, belki de bir şeyler çizer ya da yazarken de eğlenebilirler. Ki bütün bunalrı kimseyle paylaşmak durumunda da değilsiniz. Bunları sadece kendiniz yaşamanız da kafi. Hatırlar mısınız geçtiğimiz aylarda ''Bir Eylül meselesi'' diye bir film vizyona girmişti. Ki epey de ses getirmişti. O filmde benim en sevdiğim sahnelerden birini soracak olursanız, şüphesiz Eylül'ün Tek ile birlikte gittikleri sahilde birlikte sandalyede oturup güneşin batışını izlerken, Eylül'ün cep telefonunu çıkartıp o anı fotoğraflamak istediğini gören Tek'in 'O elindekine gerek yok ki' dediği ve iki eliyle bir rulo gibi yapıp 'İşte buradan bakabilirsin. Bu fotoğrafı çek ve zihnine kaydet..' dediği an derdim. O an tüm sosyal medya hesapları dursun ve o anı yaşayın.. Çünkü hayat gelip geçiyor ve gerçek şu ki bir gün öldüğümüzde aklımızda kalan şeyler gerçek anılarımız olacak. O anı bir fotoğrafın bir twitin bir videonun ya da başka bir şeyin bozmasına izin vermeyin. Yaşadığımız anlar geri gelmiyor... Sosyal medya esiri olmayın.



'En mutlu an' görüntüsü, bir kaç dakika öncesinde fotoğraf çekeceğini söyleyen kişinin yapmacık bir biçimde oluşturduğu bir çok gülme şeklinden birinin düzgün çıktığı varsayılarak, belki de üzerinde photoshopla oynama yapılarak, oluşturulmuş anın görüntüsüdür. Elbette bütün bunlar varsayım. Gerçekten mutlu da olabilirler. Belki de öyleler.. Ama ne önemi var ki? Siz de mutlu olduğunuz zamanlar yaşıyorsunuz belki de bunları fotoğraflayıp sosyal medya sitelerinde paylaşmak gibi bir amaç gaye gütmüyorsunuz.

Yetersizlik durumu kendiniz için iyi bir başlangıçtır. Bunu şu yüzden söylüyoruz. Yetersizlik hissi bir noktada sizleri daha iyisini yapmaya iter. Bu da tekrar tekrar denemeye ve başarmaya götürür. Bu hissi kaybetmemek önemlidir. Kıyaslayın. Kendinizi kıyaslamanızda bir sakınca yoktur. Yalnız lütfen kendinizi mutsuz ya da başarısız görmeyin. Sosyal medya fenomenlerinin bir çoğu günde 8 saatten fazlasını twitter hesaplarını inceleyip, twit okuyarak, nasıl daha etkin olabilirim düşüncesiyle geçiriyor. Evet. Doğrusu siz bunu yapmıyor olabilirsiniz. Ama insanlar bunu amaç olarak belirliyor ve uyguluyorlar. Gerçek şu ki buna zamanınız yok belki de.. Belki de siz başka bir uğraşı alanı seçip o noktada uzamanlaşmayı seçtiniz. Olabilir. Herkes popüler olmak zorunda değil.

Daha önce de dediğim gibi çevremizdeki kişilerle kendimizi kıyaslayıp, daha iyisini hedeflememizde hiç bir sakınca yok. Bu bizim için iyi bile denilebilir. Denemekten, daha iyisini yapmaya çalışmaktan yorulmamalıyız. En önemlisi de diğer kişilerin bizi amaçlarımızdan alıkoymasına izin vermemeliyiz. Gerçek başarılar tam bu tükenmişlik anının ürünüdür. Vazgeçmeye en yakın olduğunuz nokta aslında başarmaya da en yakın olduğunuz noktadır. Diğer insanları kendinize bir ilham kaynağı olarak seçin.

Bazen sosyal paylaşım siteleri geleneksel medyanın eksiklerini de kapatabiliyor. Geçtiğimiz dönemlerde büyük bir 'Gezi parkı' olayı yaşandı. Tüm Dünya uyandı. Bizler televizyonu açtığımızda ise bir çok zaman penguen belgeselleriyle karşı karşıya kaldık. Sosyal medya mı? Sosyal medya kelimenin tam manasıyla uçuyordu. Normal zamanlardaki twitter kullanıcılarının sayısının 10 katına kadar çıktığını söylemek doğru olacaktır. Üstüne üstük twitter kapatıldığı zaman bile durum değişmedi.. Kişi sayısı yine arttı. Paylaşımlar artış gösterdi. Yasağa tepki yaratıldı. Daha agresif bir durumla karşı karşıya kalındı. Bütün bunlar sosyal medyanın etkilerini gözler önüne serdi.



Kısacası ben hayatı ıskalamamamız konusunda hassas davranmamız gerektiğini düşünüyorum. Şimdi sizlere çok önemli bir bilgi vereceğim. Bu vereceğim bilgi sizin 'gerçek gülümseme' ile 'yapay gülümseme' arasındaki farkı anlamanızı kolaylaştıracak. Şöyle ki: Gerçek gülümsemede gözlerin kenarları kırışır. Yapayda ise donuk bir ifade vardır. Ağız gülümser ama gözler donuktur. Bu yüzden uzaktan baktığınızda gülümsüyor gibi görünürken, zoomladığınızda gerçek gülümseme ile yapay olanın arasındaki temel farkı anlarsınız. Benim savım ise sosyal medya sitelerindekib ir çok fotoğrafın 'yapay' mutlu anlardan oluştuğu doğrultusunda. Dolayısıyla bu yapaylığı kafanıza takmanıza gerek yok... Ne de olsa gerçek dışıdır.

Gerçek ilişkiler kurmak, anı yaşamak, hayatı ıskalamamak için sosyal medyaya 'pauselamak' gerekir bazen. Arada bir elinizden akıllı telefonları bırakıp, birileriyle gerçekten ama gerçekten sohbet edip temiz havanın (yediklerinizin fotoğrafını paylaşmadan) doyasıya tadına vamanın, check-in yapmadan gitmek istediğiniz yerlere gitmenin tadını çıkarmaya ne dersiniz? Nede olsa özgürüz! Sosyal medya esiri olmak niye?



İyi hafta sonları hepinize:)

Eda Demirden



4 Ağustos 2015 Salı

SİGARA SEKTÖRÜNDE PLAIN PACK DÖNEMİ

Tütün tüketimi yılın ilk çeyreğinde % 2,9 ve günümüzde iki yıl önceye nazaran % 12.2 düşüş yaptı. Bu ölçümlemeler 2012 yılında Avusturalya'da plain pack dönemine giriş tarihinden sonra yapılmış. Plain pack'in yaygınlaşması ile sektörün çok ciddi kayıp yaşayabileceği düşüncesi şimdiden sigara sektöründe çalışanların aklını kurcalamaya başladı bile.

Düşünün ki, marka yöneticisi olmak adına giriştiğiniz uzun ve zorlu yolda sürekli yeni fikirlerle kapısını çaldığınız yöneticiniz büyük bir toplantı düzenliyor. Toplantının konusu ise 'Plain Pack'. Yüzünüzü kırıştırıp durumu anlamaya çalışıyorsunuz. Öğreniyorsunuz ki;


  • Artık isminizi açıkça istediğiniz yerlerde kullanamayacaksınız.
  • İşaret kullanamayacaksınız.
  • Sembol kullanamayacaksınız.
  • Renk kullanamayacaksınız
  • Ambalajınız rakiplerinizin ambalajınızla neredeyse aynı olacak.
Kısacası sizi rakiplerinizden ayıran temel farklılıklarınızı stratejik bir biçimde ortaya koymanız tamamen yasak. Öyle ki, sizi rakiplerinizden ayıran paketin üzerinde yazan isminiz dışında görünürde hiçbir şey olmayacak. Sigara sektöründe karşımıza çıkması planlanan plain pack dönemi işte tam olarak bu dönem. Donanımlı bir marka yöneticisinin istifa mektubunu yazıp, çantasını alıp gitmeden 'daha fazlasını' yapması gerekecek. 

Peki, donanımlı bir marka yöneticisi böyle bir yasakla nasıl baş edebilecek? Sigara sektörünün geleceği nasıl olacak? Öngörüler neler?

Söz konusu kavramı 'tek tip paketleme' ya da 'standart paketleme' olarak açıklayabiliriz. Bu tip paketlemelerde ambalajın üzerindeki marka ifadelerinin tamamı kaldırılır (işaret, logo, amblem, renk vs) ve yasanın önerdiği tek tip font kullanılarak, yasanın önerdiği yerde kullanılabildiği ambalajlar kullanılır. Bu konuda ilk örnek Avusturalya'dan geldi. 2012 yılı sonu itibari ile çoktan uygulamaya geçilmiş durumda. Türkiye'de ise 2016 yılı Mayıs ayı gibi uygulamaya geçilmesi planlanıyor. Sigara sektörü 2012'den beri Türkiye'de böyle bir dönem başlarsa sonuçları neler olur diye ölçümleme yaparken alkol, şekerleme gibi sektörler de 'Böyle bir paketleme sistemi bu sektörlere de adapte edilirse sonuçları neler olabilir?' diye düşünerek kendilerine bu anlamda belli haritalar çizmektediler.

Marka Yöneticisi Açısından Plain Pack Dönemi

Bu tip paketlemeler uzun araştırmaların sonucunda kişilerin algılarını etkilemeyecek ürüne karşı bir duygusal bağ kuramayacak şekilde oluşturulmuş ve renk, koku, biçim, sembol gibi bizi markaya duygusal açıdan bağlayan tüm bileşenlerden yoksun bırakılarak kararlaştırılmış belli standartlar dahilinde ortaya çıkarılmaktadır.

Sigara paketinin yandan açılması, önündeki kırmızı çizgiler veya mentollü olduğunu belirten güzel bir mavi renk... Bütün bunların hiçbiri olmayacak. Tek tip paket uygulaması ile birlikte sigara markalarının stratejik ve operasyonel anlamda araçları ellerinden alınıyor. Halbuki psikolojik anlamda renkler, biçimler ve semboller yalnızca ürünü rakiplerinden farklılaştırmakla kalmıyor aynı zamanda ürünün tadı, kokusu ve kalitesi hakkında da algılarımızı şekillendiriyordu. Bu ortadan kalkınca dolayısıyla ürüne karşı olan tutumumuz, bakış açımız, lezzeti gibi hislerimizde yönetilmekten çıkıyor. Marka bütün bunları şekillendiremediği için pasif bir konuma düşüyor. Hatta light (daha hafif) veya gold (daha sert) gibi ürünlerin birbirinden ayrışması noktası kullanılabilecek açık veya koyu renkler de kullanılamadığından ürünü daha önceden kullanan kişilerce yalnızca önceki kullanımına bağlı olarak bir lezzet algısı oluşturmaktan öteye geçemiyor. Öte yandan bazen ürün rafta olmayınca ikamesini almak adına ikinci bir hamle yapan müşterinin görsellerden ötürü de hayli kafası karışacak gibi duruyor. Bu uygulamaya dair bir çok şey daha söyleyebiliriz ancak emin olduğumuz bir şey var ki bu da tıpkı Avusturalya'da olduğu gibi tek tip paketlemenin sigara içim oranlarını 'azaltacağı' yönünde.

Tıpkı diğer ürünler gibi sigara sektöründe de bir hedef kitle belirleniyor. İnce paketler için 'daha çok bayanlara yönelik, genç, klas, zarif içici' gibi tanımlamalar yapılırken, daha sert tatlar için 'daha erkeksi' tanımlamalar yapılıyor. Tepeden, yandan açılan paketler... Markalara dair öyküler yaratan her türlü öge... 2016'da bulara dair pazar bölümlendirme ve konumlandırmanın nasıl olabileceği düşüncesi şimdiden markaları sorgulatmakta. Bütün bunlar dışında firmalar 'şimdi neyle rekabet edebileceğiz?' sorusundan kendisini alamıyor.

Sigara kullanımının azalması Aralık 2012'den beri yapılan ölçümlemelere göre %90 oranında sigara sektöründeki plain pack döneminin bağdaştığını gösteriyor. Avusturalya'da 2012'den beri sürekli bir düşüş gözlemleniyor. Bu dönemle birlikte sürekli bir düşüş sağlanması bu kadar çabuk sonuç alınması da sigara sektörünün ne kadar ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu açıklar nitelikte. Avusturalya sağlık bakanı Fiona Nash da ''Balkanlarda sigara oranlarında ciddi bir azalma sağlanmaktadır. Bunda etkili olan faktörler muhtemelen eğitim kampanyaları, tüketimin artması ve düz ambalaj döneminin başlaması olmuştur'' şeklinde bir açıklama yapmıştır.

British American Tobacco da düz ambalajın kesinlikle bu azalmada etkisi olduğuna dair açıklamalarda bulunmuştur. Aynı zamanda fiyatların sürekli ve ciddi oranlarda artışı, sigara sektörünün karabosadan ötürü ciddi zarar görmesi ve tüketicinin 'daha ucuz' markaları satın almayı tercih ettiği de göstermektedir. İnsanların tütüne daha az para harcadığında 'daha az içtiği' anlamına gelmediğini de belirtmemizde fayda var. Tütün kalitesindeki belli başlı farklılıklar dışında 1 paket sigaranın daha az bir fiyata satın alınması daha az duman çekildiği anlamına gelmiyor. Bu da sigara sektörünü ciddi anlamda etkiliyor. Kısacası fiyat ciddi bir rekabet unsuru olacağa benziyor.

Avusturalya'da sigara tercihinde son 2 yıldır daha ucuz seçenekler müşterileri cezbediyor. Görsel rekabet unsurları ortadan kalkınca tüketiciler 'Neden bir paket sigara için daha fazla para ödeyeyim?' diye dğşünmekten kendilerini alamıyorlar. Çünkü zaten sigaranın sağlık açısından ne kadar zararlı olduğunu konusunda bilinçlenen halk, bu kadar zararlı bir ürüne ciddi paralar ödemekten kaçınıyor.

Avusturalya sağlık kurulu da 'Avusturalya sigara sektöründe plain pack dönemi ile bir öncü konumundadır' açıklamalarını yapmıştır. Bu dönemin hızla yaygınlaşarak bir çok ülkeyi etkisi altına alabileceği konuşuluyor. En kısa zamanda İrlanda ve İngiltere'de plain pack dönemini göreceğiz. Sigara sektöründeki düz ambalaj, aynı zamanda dünya liderleri için halk sağlığı, çocukların sağlıklı gelişimi gibi önemli konularda bir başarı olarak nitelendiriliyor. 2016 Mayıs ayında İngiltere de plain pack dönemi başlayacak.


Tüketici Açısından Plain Pack Dönemi
Plain packler,
  • Paketlerin üzerine konulan saplık uyarılarına daha fazla dikkat çekiyor.
  • Üzerinde renk ve sembol olmamasından dolayı light, gold gibi ibarelerin bulunmamasıyla kodlamaların ortadan kalkması. (Tüketicinin daha az nikotin alıp almadığına dair net bir bilgisinin olmaması dolayısıyla kendini suçlu hissetme, tatminsizlik)
  • Paketlerin daha az çekici bulunması.
  • Üzerinde marka biçim, renk ve logoları bulunan ürünlerle kıyaslandığında daha az kaliteli, daha tatsız, daha basit gibi algılar yaratmakta.
  • Sigara içme dürtüsünü ciddi oranda azaltırken, sigara içme miktarını da azaltmakta (araştırma yoğun içici olmayanlar arasında yapılmıştır.)
  • İçicilerin kendini suçlu ve mutsuz hissetmesine neden olma.
  • Sanki bir yasağı çiğniyormuş hissi verme.
  • Paketin çevredeki kişilerce görülmesine engel olma.
  • Sigarayı bırakmayı daha fazla düşündürme.
  • Sigara bırakmayı daha önemli bir amaç haline getirme.
  • Sigarayı bırakmakla alakalı yardım hatlarının daha fazla aranmasına neden olma.
Ancak düzenli sigara içicisi olan bireyin bu maddelerden 'çok daha az' etkileneceğini belirtmemizde fayda var.

Kısacası, plain pack dönemi sigaraya özendirme konusunda çocukları ve gençleri koruma yolunda önemli bir adım olacak. Sigara sektörü ciddi kayıplar yaşayacak. Düşünceme döre bu dönemde en önemli rekabet unsuru fiyat olacak. Kişiler sigara paketlerini taşımak istemeyecek ancak bu da sigara kabı ve sigaralık sekötürünü harekete geçirecek ve muhtemelen renkli sigara kutuları satışa çıkarılacak, kişiler paketi açıp sigaraları bu tip kutulara dizecek. Bu sektör de haliyle epey para kazanacak.

Peki, bütün bu yasaklar için marka yöneticileri ne yapmalı? Sigara sektörü zaten yıllardan beri ciddi yasaklarla mücadele ediyor. Bütün bunlara rağmen ciddi cirolar yapan sigara sektörü, plain pack döneminde ciddi pazar payları kaybetse de varlığını sürdürebilmiştir. Yasaklardan sonra da varlıklarını sürdürecek olan sigara markaları fiyatlarında düşüşe giderlerde 'daha çok tercih edilen marka' olabilirler. 

Araştırmalarım plan pack dönemi ile ilgili Türkiye'de bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar yazı yazıldığını doğruluyor. Konu hakkında araştırma yapmak isteyen arkadaşlara bu noktayı da işaret etmek isterim. Öte yandan sigara fiyatlarındaki artışın tek tip paketlemeden daha fazla etkili olacağına dair görüşlerde epey fazla. Dediğimiz gibi 'fiyat' 2016 yılında Türkiye sigara sektöründe farklılaşmaya gidecebilecek ana unsur olacağa benziyor. 

SİGARA SEKTÖRÜNDE YÜKSEK VERGİ YÜKÜ

Sigara sektörü plain pack dönemi ile nasıl baş edebileceğini düşünürken ocak ayında çıkan yasaya göre vergi oranlarında ciddi anlamda artış yaşanmıştı. Örneğin bugün 8 liraya satılan bir sigara için firmalar yüzde 65.25 vergi oranı üzerinden 5 lira 22 kuruş vergi ödemekte. Düzenleme yapılmadan önce bu sigara için 5.3566 lira (0.1366 maktu vergi ödeniyordu) vergi ödeyen şirketler artık 5.4066 lira vergi ödeyecekler. 

7 lira olan bir sigara için vergi yükü 4.74 lira, 6 liralık sigaralar için 4.12 lira. Bu yasadan en çok etkilenen ise 5 liralık sigaralar oldu. 5 liralık bir sigara paketi için 3.22 lira vergi ödenmesi gerekirken, asgari maktu vergi sistemine göre ödenen vergi yine 3.94 lira oluyor. Bunun üzerine paket başına 0.1866 liralık maktu vergisi eklenmesi ile birlikte ise toplam tutar 4.12 liraya yükselmiş oluyor.

Kısacası sigara sektörü hem yüksek vergi yüküyle mücadele ederken, hem de yüksek maliyeti karşılamak ve bunun yanında kar etmek zorunda. Plain pack dönemi ile birlikte yüksek satış kaybı yaşaması muhtemel olan sigara sektöründe firmalar her ne kadar düşük fiyata satmak isteseler de, vergi ve maliyet yüksekliği sebebiyle kar etmekte zorlanacaklar. Eğer yüksek fiyat etiketi koyarlar ise bu tüketici nezdinde bu markalarının tercih edilmemesini sağlayabilir. Sigara sektörü için şunu belirtmekte fayda var ki o da minimum kar ile ayakta kalabilecek olan markalar varlıklarını sürdürebilecek ve rekabet üstünlüğü kazanabilecekler. Peki siz ne düşünüyorsunuz? Bekleyip göreceğiz.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

B2B'de Marka Değerinin Önemi

B2b'de marka yaratmak denince aklımıza Microsoft, IBM, Siemens gibi markalar geliyor. Bu saydığımız markalar B2B dünyasının mihenk taşları haline gelmiştir. Marka değerleri her geçen gün biraz daha büyürken bir çok şirket bu markaların başarısının altında yatan sırları öğrenmek adına eğitimler, geziler, araştırmalarla sorularına cevap aramaktadır.

Markalamanın ne demek olduğuna dair bir çok tanımlama mevcuttur. Ancak ne olmadığına da açıklık getirmek gerekir. Markalama; insanların 'akılcı olmayan' kararlarla satın alma davranışı göstermesi demek değildir. Markalama; söz konusu ürün veya hizmetin 'yararları ve faydaları' etkin biçimde aktarabilen olgular bütünüdür. Markalama; sistemli ve akılcı bir ikna sürecidir. Tüketicilerin ihtiyaçları doğrultusunda ihtiyaç yaratılmış olan ürün grubunda satıl almanın 'markaladığımız ürün veya hizmetin' seçilmesiyle sonuçlandırılmasını amaçlar. Kısacası, eğer tüketici dondurma yemek istiyorsa, geçmiş deneyimlerine, çevresinin etkisine ve belki de ürüne yakınlığından (fiziksel veya duygusal) dolayı tercihini yarattığımız markadan yana kullanmasını sağlamaktır. Bu tercihin gerçekleşebilmesi ve 'ilk akla gelen, ilk tercih edilen' marka olmak adına şirketler gece gündüz tüketicileri etkileyebilmek adına yeni ve etkili, ilgi çekici tutundurma faaliyetleri geliştirmektedirler.

Markalama yukarıda anlattığımız gibi aslında temel olarak sıradan bir ürün veya hizmeti alıp, 'özelleştirmekten' geçer. Belki sizin için Cafe Crown'da içilen kahve ile Starbucks'ta içilen veya Cafe Nero'da içilen bir kahve arasında çok ciddi fark olabilir. Ancak işin özünde çok ciddi bir fark bulunmamaktadır. Farklı olan temel olgu, duygulardır. Duygular ve deneyimler bizlere 'ilk tercih edilecek ürün veya hizmetin' hangisi olacağına karar verdirir.

Markanın elle tutulup, gözle görülebilir özelliklerinin (marka ismi, logo, slogan, reklam, müzik, sembol) yanı sıra marka aslında bunun çok daha fazlasıdır. Marka bir değerdir. Marka aynı zamanda da bir vaaddir. Kimi markalar size 2 yıl garanti sunar, kimileri size üstün hizmet performansı alacağınızı belirtir. Kimileri ile 'mutluluğa kapak aç' der. Bu vaadde bulunan marka adına elbette ki farklı hisler besleriz. Çünkü insanlar psikolojik olarak daima garantide yaşamak isterler. 5 yıl sonra kullandığı ürünün modasının geçeceğinden çok, 5 yıllık garanti süresi insanları mutlu eder. Tüketicilere güven vermek markalamada en önemli unsurdur. Sigorta şirketleri de temelde bunu kullanarak para kazanırlar. Güven satarak kendinizi iyi hissettirirler. Ancak bu hizmet, sanılanın aksine kasko yaptırdığınız aracı içinde bulunduğunuz güven ve rahatlıktan dolayı daha az dikkat ederek kullanacağınız anlamına gelmiyor. Sanılanın aksine kasko yaptıran insanlar daha az kaza yapıyorlar. http://www.enuygun.com/bilgi/kaza-yapan-2-aractan-birinin-kaskosu-yok Bunun sebebi insanların yalnızca güvende hissetme ihtiyacıdır. Güvende, iyi ve rahat hisseden insanlar daha az stresli olmaktadır ve bu da kaza oranlarına doğrıdan yansıyor.

Markalama, karmaşıklığı azaltır. Bize yol gösterir. Bir çok araba markası belli temel duyguları vurgulayarak 'marka kişiliği' oluşturur. Bu kişiliği ürünü satın alacak tüketicilerin kişilikleriyle doğru orantılı olarak ilişkilendirir. İnsanlar kendi kişiliklerini yansıtabildiği ürünlere karşı daha sıcak kanlı ve daha yakın bir tutum sergilemeye meyillidir. Bu da markaların amaçlarından biridir. Ürünlerinin tüketicilerle duygusal bağ kurularak satılması bir makanın temel amaçları arasında yer almalıdır.

Markalama; ürün veya hizmetin 'bir bölümüne' yapılmaz. Markalama temelden başlar ve bitmez. Markalama süreci bitmeyen fakat, nerede başladığı belli olan bir süreçtir. Markalama, ürün veya hizmet fikrinin daha ilk kıvılcımları zihinde oluştuğu an başlamalı ve sistemli bir biçimde sürdürülmelidir.

Nasıl bir bebeğin yaşamaya hakkı varsa, bir markanında yaratılmaya hakkı vardır. Bir fikir, tüketicilerin bir sorununa, bir isteğine cevap verebilir. Birden bire vazgeçilmez bir ürün veya hizmet halini alabilir. Mark Zuckerberg Facebook'u yaratmadan önce hiç kimse Facebook'a ihtiyaç duymuyordu...

B2B'de Marka Değerinin Önemi

B2b'de marka değeri yaratmak, müşterilerin zihninde güçlü bir algı yaratıp, sistemli ve tutarlı biçimde bunu devam ettirmekten geçer. Bir markaya bir değer atfedebilmek için öncelikle markanın geçmişini bilmelisiniz. Markanın adının ve çağrışımlarının müşteri zihninde oluşturduğu değerleri bilmek, gelecek için temel bir öngörü yaratabilir. Logo, isim veya sloganın yanı sıra ürünün kalitesi, hizmetin güvenilirliliği ve maddi değeri gibi her şey insanların marka ile ilgili algılarını oluşturur. Ardından bir adım daha ileri gidip, marka değerine mali bir değerde eklenmelidir. En iyi reklam kampanyaları dahi, var olmayan bir şeyi sıfırdan yaratamaz. Eğer, bir şirket 'markalama' konusunu kavrayamamış, dış dünyaya uzak ise söz konusu şirketin derin etkiler bırakması neredeyse imkansızdır.

Müşteriler, şirketinizin sergilediği tutumu nasıl algılıyor? Temel sorulardan birisi de budur. Markalama, tutarlı ve açık olmalıdır. Kurum hedefi anlatılan bir dolu yazı çizi ve yanında tasarımcılara çizdirilen, bolca para akıtılan reklamlarla etkin bir marka yaratılamaz. Markalar hiçbir zaman durağan da olamazlar, daima gelişip, değişirler. Bu herşeyin olduğu gibi markaların da doğasında vardır. Elbette bu gelişim ve değişimi 'kendi haline' bırakmamalısınız. Eğer sürece müdehale etmezseniz, uzun soluklu başarılar elde etmek neredeyse imkansızlaşır.

B2b'de marka değeri yaratmak için tüm marka portföyü incelenerek marka gücünün belirlenmesi gerekmektedir. Markanın anlamını daha da derinlemesine anlayabilmek için bir araştırmaya da girişmek gereklidir ki, bu sonradan gelecekte oluşturmak istediğiniz marka değerine giden stratejileri yaratmanızı kolaylaştıracak ip uçları verecektir. Genelde şirketler bu tip araştırmaları 'daha objektif' olduğu gerekçesiyle profesyonel araştırma şirketlerine yaptırırlar ki bu aslında doğru bir karar olabilir.

Starbucks, Cafe Crown veya Cafe Nero'yu ele alalım. Aslında temelde bu 3 marka da aynı işi yapmaktadır. Ancak yaratıkları değerler farklıdır. Bu değer, onlara 'rekabet avantajı' sunmaktadır. Ancak günümüzde sahip oldukları marka niteliklerini yaptıkları her şeye işleyen markaların sayısı bir elin parmaklarını geçemiyor. Bunu başarabilmek adına gereken stratejileri daha sonraki yazımda paylaşmaya devam edeceğim.

Sevgiler,
Eda Demirden

14 Temmuz 2015 Salı

B2B Markalamada Rekabet Üstünlüğü Yaratmanın 22 Yolu

Değerli okuyucular,

Bir süredir buralarda olamadığım ve paylaşımda bulunamadığım için sizlerden özür diliyorum. Bu süre zarfında Marmara Üniversitesi'ndeki yüksek lisansımı bitirdim, yarım kalan derslerimi verdim. An itibari ile 5 ayrı diploma almış olmanın gururunu ve sevincini yaşıyorum. Bundan sonra daha sık zaman ayıracak olmaktan ötürü de oldukça mutluyum. Umuyorum ki yazdığım konular hakkında bilgi sahibi olmak isteyen kişilere ışık tutabilirim.


Bugün sizlere biraz B2B marka yönetiminde rekabet üstünlüğü yaratmanın öneminden bahsetmek istiyorum. B2b Markalama deyince akla Philip Kotler'in 'B2B Marka Yönetimi' isimli kitabı geliyor. Biz bu kitabı sevgili hocamız Prof. Dr F. Müge ARSLAN'ın derslerinde ders kitabı olarak kullanmıştık.Ancak malesef bir çok kişi bu kitabı sahaflarda ya da D&R gibi büyük mağazalarda bulamıyor. Umuyorum ki yazıklarım, kitabı bulamayan kişilerin de sorularına cevap olabilir. Ancak, elbette kitap çok kapsamlı olduğundan bir kaç bölüm yazarak uygun bir kombinasyon yapmayı düşünüyorum.

Marka, günümüzde anlamının yeniden sorgulanması gereken bir kavram haline gelmiş bulunuyor. Çünkü içinde yaşadığımız çağ, ürünlerden çok markaların değerli olduğu bir çağdır. Öte yandan ne kadar iyi bir marka olursanız olun yarattığınız reklamlarda eğer marka vaadlerini yerine getiremiyorsanız çabalarınız boşa gidebilir. Şirketiniz ile ilgili gerçekler elinde sonunda ortaya çıkacaktır. ''Kötü bir ürünü iyi bir reklamdan daha hızlı hiçbir şey öldüremez.'' Abartılı reklamlarla tüketicinin gözünü boyayan, gerçek dışı vaadlerle ürününü aldırmaya yönelten marka, tüketici deneyimlerinden hemen sonra 'gerçek dışı' bulunduğu gerekçesiyle şiddetli bir biçimde reddedilir. Bir süre önce marka isimleri ile ilgili bir makale okuyordum ve gözüme hayret edecek bir detay çarptı. Artık markalar samimi ve gerçekçi olmaya çalışıyorlardı. Örneğin; Coca cola hiç bir zaman reklamlarından 'sağlığınız için çok yararlı, coca cola içmek sindirim sisteminize faydalı olacaktır.' gibi bir ifade çizmemiştir. Çünkü cola 'sağlığa yararlı' değildir. İçinde bulunan şeker ve kafein sayesinde mutluluk verdiği vurgulanmıştır. Ki bu da gerçekçidir. Bu yüzden tüketiciler arasında mutluluğun bu kapağın altında olduğunu düşünenler, marka bağlılığını yaratmış sadık müşteriler oluşmuştur. İşte markalama burada devreye girmiştir. http://www.mediacatonline.com/makale/coca-cola-seker-meselesiyle-nasil-bas-etmeli/ Burada Al Ries'in Coca cola ile alakalı makalesini okuyabilirsiniz.

Marka vaadi gerçeği yansıtmalı, abartılı vaadlerden uzak durmalıdır. Markalama sadece havalı isimler yaratmak demek değildir. Markalamayı yüzeysel çabalar ile bir tutmak, bir kitabı sadece kapağına bakarak yargılamaya benzer. Halbuki genelde kitapların kapak tasarımları editoryal kısmın sorumluluğundadır. İçeriğini yazan kişi genelde kapak tasarımını üstlenmez. Dolayısıyla dış görünüş her ne kadar kitabı almanıza etki edecek olsa da, kitabı daha çok sattıracak olan müşteri memnuniyeti, kulaktan kulağa pazarlama (WOM) ve içeriğidir. Markalama da böyledir. Her ne kadar havalı isimler, sloganlar, ilgi çekici logolar kullanılsa da tüketici tarafında nasıl göründüğü, deneyimlenerek ve marka ile duygusal bir bağ yaratılarak netleşir. http://www.mediacatonline.com/makale/isim-konusunda-sirketler-tuketiciler-gibi-degildir/ Burada Al Ries'in 'Marka ismi' konusundaki makalesini okuyabilirsiniz.

Markalama, yaygın olan bir şeyi alıp, onu çeşitli şekillerde geliştirerek daha değerli ve anlamlı yapmaktır. Günümüzde markalar ne kadar 'kişiselleşirse' o kadar çok değerli hale gelir. Bu noktada da Starbucks örneğini vermek istiyorum. Örneğin bir kahveci düşünün, masaya oturduğunuzda size 'Nasıl olsun efendim?' diye bir soru gelecektir. Şekerli, orta ya da sade dersiniz. Ürün kişiselleşir. Çünkü size özel sade şekilde yapılmıştır ve önünüze gelmiştir. Öte yandan bir masanız vardır, bir garson tarafından sunulur vs. O kahveye 5TL vermek sizin için 'çok fazla' olmayacaktır. Bir kahveyi tarladan alsanız belki kilosu 5TL olabilecekken siz orada 1 bardak kahveye bu fiyatı ödemiş ve fazla bulmamışsınızdır. Çünkü bir 'kişiselleşme' vardır. Aynı örneği Starbucks için de verebiliriz. Starbucks'ta içtiğiniz kahve 10TL olabilir ve bu yine size fazla gelmeyecektir. Çünkü markanın bir değeri vardır. Üzerine isminiz yazıldığı için ve kahvenizin üzerinde daha fazla değişiklik yapabildiğinizden ötürü 'daha fazla kişiselleştirilmiş bir ürünü' elde etmişsinizdir.

Peki, dilerseniz bir de Starbucks'ın logosuna göz atalım. Çok net bir biçimde şunu söylememiz mümkündür; Starbucks gün geçtikçe müşterilerine 'daha yakın bir marka' olmaya çalışıyordur. Bunu net bir biçimde ifade edebilir ve hatta ilk logosundan farklı olarak sonradan logonun üzerindeki kız figürünün saçlarının gögüslerini kapadığını da ekleyebiliriz. Peki neden? Nedeni şu; Starbucks artık çok ciddi cirolara sahip küresel çapta bir markadır. Çok çeşitli ülkelerde satılmakta ve satıldığı ülkelerde bir 'ahlak tehditi' yaratmamak adına bunu yapmış olabilir. Öte yandan her markanın zamanla sadeleştiğini söyleyebiliriz. Artık markalar logoyu gördüğümüz anda markayı hatırlamamızı sağlamaya çalışıyorlar. Starbucks yazısı yok olmasına karşın herkes çoktan ismini ezberledi değil mi? İşte amaçta buydu.


BRB MARKALAMADA REKABET ÜSTÜNLÜĞÜ YARATMANIN 22 YOLU
  1. Eğer B2b markanıza rekabet üstünlüğü sağlamak istiyorsanız karmaşıklıktan uzak durmalısınız. Anlaşılır, sade ve abartısız olmalısınız.
  2. Müşterilerin farkında olmadığı ancak ihtiyaç duyabilecekleri, ihtiyaç yaratan bir ürün veya hizmet geliştirmelisiniz. (Örneğin makine üreticisi bir firmada satış yaparken makinenin temizlenmesi için gerekli ürünleri de beraberinde satmak vs)
  3. Reklamlarınızı doğru yerlere ve doğru biçimde vermelisiniz. (B2b markanız için sektör dergileri, fuarlar, çeşitli sektörel tv programalrı vs)
  4. İnternet siteniz kolay ve anlaşılır olmalıdır. (Sitenize giren müşteri derhal ve kolaylıkla sizin daha önceki işlerinizi görebilmeli, rahatlıkla ulaşım sağlayabilmelidir.)
  5. Çalışanlarınız dürüst ve ahlaklı olmalıdır. (Aynı zamanda prezentabl ve eğitimli olması da şarttır.)
  6. Satış ekibinin iletişim yönünün kuvvetli olması gerekir. (Müşteri ile bire-bir iletişim sağlayacak ekibin düzenli, eğitimli, tecrübeli, kişisel diyaloğu kuvvetli olması gerekir.)
  7. Size değer katacak müşterilere kişiselleştirilmiş deneyim sunmalısınız. (Sürekli çalıştığınız müşterilere daha uygun fiyat, taksit seçenekleri ve belki indirimli başka bir ürün sunmak.)
  8. Müşteriler ile itibatı özellikle satış sonrasında sıkı tutmalısınız. (Çünkü müşteri herşeyden önce güven duymak ister bir yada bir kaç ayda bir satış yaptıktan sonra dahi müşteriyi arayıp, memnuniyetini sorgulamak müşteriye güven verecek ve bu ürünü başkalarının da alması adına çevresini bilgilendirmek isteyecektir. 
  9. ''Her zaman yeni müşteri kazanmak, eski müşterinizi elde tutmaktan daha maliyetlidir.'' sözünü unutmamak. (Eski müşterilerinizi yeterince tatmin ettiyseniz onlar size zaten yenilerini getirecektir. WOM'un etkisini unutmayın.)
  10. Yurt içi ve yurt dışı fuarlara katılım sağlamak. (Fuara firma bazında katılım sağlayamıyorsanız dahi, yine de sektörel bazda çevre edinmek adına ziyaretçi olarak dahi uğramalısınız.)
  11. Yenilikleri ve gelişmeleri yakından takip etmek. (Sektörel her yenilik, haber, makale, buluş vs gibi bilgileri günü gününe takip etmelisiniz. Müşterinizle birebir konuşurken ''Evet efendim bir kaç gün önce edindiğim bir bilgiye göre şu ve şunun gibi bir ürün daha geliştirilmesi planlanıyor ancak şu anda bizdeki ürün zaten şu şu özellikleri içeriyor vs gibi)
  12. Müşteriyi sık boğaz etmemek. (Eğer müşteriye ürünü ilgi çekici bir biçimde sunar ve o'Nun size yaklaşmasını isterseniz 1-0 önde satışa başlarsınız.)
  13. İlk soruyu siz sorduktan sonra (Merhaba efendim, nasıl yardımcı olabilirim?), ikinci soruyu müşterinin sormasını bekleyin. Merak etmek, satışı kolaylaştırır.
  14. Kendinizi müşteri yerine koyun ve bu ürünü gerçekten de ben alır mıydım diye düşünerek hareket edin. (Bir an için satış yaptığınızı unutun ve kebndinizi sizin müşterinizmiş gibi hayal edin, gerçekten o ürünün alır mıydınız? Dürüst olun)
  15. Rakiplerinizin adını kullanmadan, muadillerinizden farklı olduğunuz yönleri açıkça ve abartmadan vurgulayın. (Fiyat, kalite, malzeme, dayanıklılık vs)
  16. Eğer müşterinizin gerçekten o ürüne ihtiyacı var ve satış gerçekleşmiyorsa, hatalı bir şey söz konusudur. Bu sıkıntının parasal mı, kalite mi, yoksa başka bir şey mi olduğunu öğrenmek yine satıcının kabiliyetine bağlıdır. Eğer bu sıkıntıyı öğrenebilir ve çözerseniz, satış gerçekleşecektir.
  17. Müşterilerinize karşı anlayışlı olun. (Eğer satışı neden yapamadığınızı çözemiyorsanız sessizliğinizi ve anlayışlı tavrınızı koruyun. İlk konuşan kaybeder unutmayın.)
  18. Giyiminize ve davranışlarınıza dikkat edin. (Çok ilgi çekici ve frapan renklerden kaçının, aksesuarlarınızı müşterinizin gözüne sokmayın.)
  19. Zengin bir ifade çizmeyin, kaliteli ve mütevazi olun. (Bırakın öncelik müşterinizin olsun.)
  20. Sürekli markanızdan, köklü geçmişinizden ve ürünlerinizden bahsedip müşteriyi sıkmayın, araya günlük konuları da sıkıştırın. (Örn: Ekonomi, yapı, haberler, borsa) Böylelikle ikna çabanız belli olmayacaktır. Daha samimi bir ifadeye bürüneceksiniz.
  21. Müşterinizin davetlerine icabet edin. (İlla satış gerçekleşmesi gerekmez, samimi ilişkiler kurulması ileride atılacak imzaların önsözü niteliğinde olabilir.)
  22. Kendinize güvenin. (En önemli unsur rahatlık, samimiyet, mütevazilik ve kendine güvendir. Çünkü daha çok kendine güveni olan kişilere saygı duyulur.)
B2b Markalama hakkında yazmaya devam edeceğim,
Sevgiler
Eda Demirden





1 Haziran 2015 Pazartesi

Coca Cola'nın Yeni Reklam Filmi Başarılı Mı?


Dünyanın en güç işi birşeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir der Mevlana. Katılmamak imkansız...

Son aylarda ne kadar yoğun bir şekilde çalıştığımı ve bir yandan bitirme projesi yazmaya çalışırken, öbür yandan derslere yoğunlaşmaya çalıştığımı belirtmiştim sizlere. Aslında tam da şu saatlerde yazmam gereken projenin başından kalkıp, bir kaç şey söylemek adına yazıyorum bu yazıyı. Konuyu tahmin edersiniz sanıyorum. Coca Cola reklamı! Herkesin son günlerde yoğun şekilde konuştuğu, hakkında çokça yazılıp çizilen bu reklam hakkında ben de bir şeyler söylemek istedim değerli okurlar.

Öncelikle hala izlemeyenler için reklam filmi burada:



Yaklaşık 3 dakika süren söz konusu reklam filmi, kareografi ve müziği ile tamamen 'alıntı' şeklinde oluşturulmuştur. Aşağıda da alıntı yapılan klibi görebilirsiniz.



Cola Cola'nın bu son reklam filmi ile bazı sevenlerinde hayal kırıklığı yarattığı, marka değerinden kaybettiği konuşuluyor. Hatta öyle ki, Ali Atıf BİR de söz konusu reklam için: ''Bu kampanya o reklamlardan daha “apaçi” algısı yüksek reklam. Bugün kadar çoğunlukla Coca-Cola reklamları rahatsız etmeyen bir sosyoekonomik statü tanımlamasına sahipti. Bu kez ayrıştıran bir statü tanımlaması var dikkat etmezse sorun yaşayabilir. Tabii bir de reklamdaki Hint esintisi var. Coca-Cola hiç bu kadar etnik bir müzikle global yanına vurgu yapmamıştı.'' şeklinde bir açıklama yapmış. http://www.bugun.com.tr/coca-colanin-ilginc-reklam-yaptigi-kesin-ya-etkisi-yazisi-1633821

Reklam sosyal medyada da büyük bir etki yarattı. Uzun süre tt listesinde birinci sırayı gördü. Reklam hakkında atılan twitlerden bazıları:
:
  • İstiklal Akarsu @istiklalAkarsu Koka Kola şirketinin yerinde olsam ürünü Türkiye piyasasından çekerim.
  • Ömür Özdemir @ceriLevis dans etmeyeydin iyiydi be öccan dönis abey.
  •  Sevim Gözay @SevimGozay özcan deniz-sıla enteresan casting olmuş tmm da o şarkı, o danslar, o kumsal canlıları nedir yahu :))) sanırsın kolayı henüz keşfetmişler.
  • Naim Dilmener @renemliD · Sila ile Özcan Deniz. Çok düsündün mu Coca Cola? Hayatin hangi tadi bu?
  • Barbaros Şansal @BarbarosSansal Nurellalı yedigün, Özcan Denizli kokakola, yeni Türkiye emrahla acılı mac doMaldsı görmedi mi hala?
  • Arto Dalga @artodalga Şu anda CNN Türkdeki Coca-Cola'nın Reklamı Sezen Aksu'dan Çok daha ilgi çekmiştir diye düşünüyorum Süper Reklamdı Helal Coca Cola
  • Erhan ÇELİK @Erhan_Celikk Coca Cola'nın yeni reklamını sağlık Bakanlığı kamu spotu olarak çekse bağımlılarını içecekten bu kadar soğutamazdı.
  • Yunus Günçe @yunusgunce Ama coca-colayı ayranla karıştırmışsınız siz. coca-cola çalkalanmaz.
  • Elçin Yahşi @yelchin Coca Cola reklaminda deve yok mu? Var da ben mi gormedim?

Bütün bunlar olurken bana sorarsanız birileri dışarıdan bu konuşulanlara bakarak gülümsüyordu. Onlar kim miydi? Tabi ki Coca Cola'nın reklam uzmanları... Neden mi gülümsüyorlardı? Çünkü beklenen etki gerçekleşmiş, insanlarda farkındalık yaratılmıştı. Aslında amaçlanan da buydu. Farkındalıkla birleşen bir merak duygusu yaratmak zor bir iştir. İnsanlar hakkında bu kadar yazılıp çizilen söz konusu reklam filmini mutlaka izlemek isteyecekler, merak edeceklerdi. Bir marka bundan daha tabi ne isteyebilir ki? Belki siz de benim gibi ''Reklamın iyisi, kötüsü olmaz.'' mantığına inanmıyor olabilirsiniz. Ancak bu kadar rekabetin yoğun yaşandığı bir piyasada markaların güçlü durmaları ve varlıklarını sürdürebilmeleri için bazen bu tip reklamlar yapması gerekmektedir. İnsanlar önce karşı çıkarlar, sonra ayıplarlar, sonra gülerler ardından da alırlar. Unutmayın, rekabetin yoğun biçimde yaşandığı bir dönemdeyiz. Markamızın hayatta kalması, tüketicilere daima yakın durması çok önemlidir.

Bütün bunların ışığında reklam filmiyle ilgili ne mi düşünüyorum? Reklam filmi her ne kadar Coca Cola markasının marka imajıyla tam manasıyla örtüşmemiş olsa da, başarılıdır. Beklenen etkiyi yaratmıştır. Özcan Deniz; filmleri ilgiyle izlenen, yağız bir türk gencidir. Genç kesim tarafından çokça yakışıklı ve sempatik bulunulduğuna dair fikirler ortaya atılmış, yapılan anketlerle bu nispeten doğrulanmıştır. Sıla ise; şarkıları ilgi ile izlenen, büyük bir takipçi ve hayran kitlesine sahip, şarkılarında bir çok kişinin kendine dair bir şeyelr bulabildiği bir pop şarkıcısıdır. Bu kombinasyonda hedef kitle yaşı ortalama; 15-30 gibi düşünülebilir. Hitap ettiği sınıf ise ortalama: B ve özellikle C sınıfı diyebiliriz. 

Zaten şunu da belirtmekte fayda var ki, sizlerin de bildiği gibi son dönemde colanın insan sağlığına zararlı olduğuna dair bir çok araştırma mevcuttur. Dolayısıyla aslında bilinçli, sağlığını düşünen bir kitlenin markadan bağımsız olarak içecek terciğini coladan yana kullanacağını zannetmiyorum. Ancak bu durum Türkiye'nin farklı kesimlerinde yine değişkenlik gösterebilir. Bu noktada yine yukarı da bahsettiğim gibi, hedef kitle, iletilmek istenen mesaj, markanın imajı gibi ögelere bakılarak değerlendirildiğinde, reklamın amacına ulaştığını ve reklam filminin de her ne kadar alıntı da olsa ağızlara pelesenk olabileceğini de hatırlatmak isterim. 

Öte yandan söz konusu reklam filmini şaşkınlıkla karşılayan kitleye aşağıdaki reklam filmini de izlemelerini tavsiye ediyorum. Coca Cola böyle bir reklam yapabileceğinin mesajını önceden vermişti. Nasıl mı? İşte böyle...


Ancak biz yine de Coca Cola dan Türkiye için şöyle bir reklam beklerdik:


Ya da şöyle:


Yine de Coca Cola Özcan Deniz'li ve Sıla'lı reklamıyla da çok konuşulacak gibi görünüyor. Bekleyelim ve görelim.

Sevgiyle kalın,
Eda Demirden

Etiketler

2015 2016 4 saniye 7 unsur 7p affetmek Agresif stratejiler Ağızdan ağıza pazarlama Algı Algı yönetmek Alışveriş Alışveriş Merkezleri America Amerika Amerika nasıl Amerika oldu? Anadolu Efes analiz Anı yaşamak Apple Araştırma hedefi Araştırma Problemi araştırmak Araştırmanın künyesi Araştırmanın özeti Avusturalya Ayakkabı B2b Bağımlılık Bağlılık Bait bakmak Başak Değerli Başarı başarılı olmak Başarmak Berke Civan Berliner Bilgi bombardımanı Blog blogger BP Bu Tarz Benim Business Bütçe Bütünleşik pazarlama Bütünleşik Pazarlama İletişimi büyük etkiler bırakmak Cam ambalajlar Cam şişe Cem Çınlar CEO cesaret Ciddiyet ve disiplin Coca Cola content content marketing CRM CV çalışma hayatı Çevre Çevre kirliliği Çiçek çerçevesi Çocuk çözüm Çözüm üretmek Dağıtım Yar Doç Dr Selda ENE Daha güzel bir dünya Değer değişim deney Deneyim denge dengeli olmak Depresyon depresyonla başa çıkma Dersler digital dijital Dijital kampanya Dijital pazarlama Dijital pazarlamanın 5 temel taşı diş sağlığı duygu duygusal liderler Dünya Dünyanın en büyük markaları dürtü düşünür düzen Eleştiri Eminönü Empati Erdem Erdemli olmak Esir Eş zamanlı arama motoru Facebook fark fark yaratmak farklı olmak Farklılaşma Fayda Ferrari filickr Fiyat Formüller geçim Geneleneksel iletişim araçları Georgii Frantsevich Gouse Gerilla pazarlama Girişimci Giyim Google görmek Gurmania güçlü olmak Güven Güvenilirlik güzen Halil Erdoğmuş Hayal Hayatı kolaylaştırmak haz Hedef belirlemek Hitmet üreten hizmet Hoşgörü huzur IK Instagram içerik İçerik İçerik Moderatörü içerik pazarlaması ikna iknanın psikolojisi iletişim İletişim İletişim kirliliği ilham İlham İlişkiler imaj inanç indirim indirim yapmak indirimsiz markalar inovasyon İnovatif insan internet ipana İsim İsim hatırlayamama İsmi neydi? İstek istemek iş hayatı İşaret itibar iyilik izlenim jest kampanya kar etmek Karar karar almak Kares AVM karmaşa Kendimizi ifade etmek Kendini beğenmişlik Kevin Hogan kişilik Kitle KONUM KONUM TABANLI PAZARLAMA Konumlandırma Kuramsal Çerçeve Kurumsal yönetici küçük harf Kültür Lacoste Lc Waikiki leader lider LinkedIn Liste Listelemek Makale eleştirisi Maliyet Marka marka bilinirliliği marka değeri marka imajı marka inşası marka kişiliği Marka kültürü Marka Nedir? marka sadakati marka yaratmak Marka yönetimi Markalar markalarda bog kullanımı Marlboro Marmara Üniversitesi maske Medyada yer almanın artan maliyeti Medyanın çeşitlenmesi merak merak etmek Microsoft mimik Motive edici pazarlama msel pazarlama Mutlu olmak mutlu olmanın koşulları Mutlu olmanın yolları muzaffer şerif mücadele Müşteri müşteri ilişkileri Müşteri İlişkileri Müşteri İlişkileri Yönetimi müşteri memnuniyeti müşteri sadakati müşteri şikayetleri müşteriler Nasıl başarılı olunur Nestle Nike olumlu düşünmek Onedio Onel AVM Operasyonel pazarlama Ödev Ödevler ön yargı Önem ÖNERİM Özellikler Para para kazanmak Parekendeci Pazar Pazara uyum Pazarlama Pazarlama Araştırmaları Pazarlama Karması Pazarlama Kirliliği Pazarlama noktaları Pazarlama okuyanlar Pazarlama uzmanı Pazarlamanın P'leri people physical evidance Pinterest Place Plain pack Plastik atıklar PR Prestij Price Proaktif process Product Prof Dr Ahmet Ercan GEGEZ Prof Dr Fatma Müge ARSLAN Prof Dr Mert UYDACI Promotion psikoloji Radyo Rakip Red Bull rekabet Reklam Reklam ajansı Reklam Müziği Reklam önerisi Risk robert bosch Rus Rus kültürü Rusya Rusya pazarı sadakat sadık müşteri sağlık Samsung saniye Satış Satış temsilcisi Saygı Selfie Sembol Sevgi Sınavlar Sigara Simge Simple simülasyon Sistem sorulama sosyal sosyal girişimci Sosyal Medya Sosyal Medya Esiri Sosyal medya kampanyası taslakları Sosyal paylaşım Spor Starbucks Stiletto Strateji Stratejik pazarlama şans şansa inanmak şikayet şikayet yönetimi Şişe Şişeler takit etmek taklitçilik Tarihçe Tarz Tasarım Tatlı tatmin Televizyon Televizyon Reklamları Terim Tick Tock Boom Toptancı TREND tumblr Tutundurma tutundurma karması Tüketici Twitter uslup Ücret Üniversite Ünlü olmak Ürün Ürün çeşitliliği Ürün kalitesi Ürün yönetimi üyeler Vazgeçmek Vestel WOM Word of mouth Y nesli yaşam Yeni medya Yeni ürün geliştirme yeni yıl Yerli malı yorum yorum pazarlama yorumlar yönetici yönetmek Zafer Tanrıçası Zaman Zenginlik Ziyaret Ziyaretçiler