English French German Spain Italian Dutch Russian Portuguese Japanese Korean Arabic Chinese Simplified


26 Ocak 2016 Salı

İndirim Zorunlu Mu?

Bugünün dünyasında indirim yapmak neredeyse zorunlu hale geldi. İndirim yalnızca hazır giyim sektörü için değil, hemen hemen her sektör için indirim standart bir uygulamaya dönüştü. Beyaz eşyadan, mobilyaya, kitaptan, gıdaya herşey indirime girdi. Hatta tüketiciler öyle ki artık satın alım yapmak için indirimi, sezon sonunu bekler hale geldi. Bir çok marka da sezon sonunu ya da seri sonunu dahi beklemeden yılın her döneminde sürekli indirim yapıyor. Tüketiciler de hemen buna cevap veriyor elbette. İndirim sezonu başlar başlamaz bir kalabalık akını başlıyor. İşte tüketim çılgınlığı da tam o anda gözler önüne seriliyor.

Tüketici bu indirimleri çoğu zaman bir ''fırsat'' olarak nitelendiriyor. Mağaza içinde sürekli dile getirilen ''Şuan hemen satın almalısın çünkü çok büyük bir indirim var. Eğer şimdi ve hemen satın almazsan istediğin ürün kalmayacak'' şeklinde psikolojik anlamda baskı yapmakla kalmıyor. Mağaza içerisindeki güler yüzlü, prezentable satış danışmanları tarafından da yönlendirilmeye çalışılıyor. Bu durum Türkiye'de böyle iken yurt dışında da böyle mi? Evet yurt dışında da farklı değil. İndirim her lokasyonda 'satın almaya doğrudan ve hemen etkisi olduğuna inanılan bir kelime' haline gelmiş durumda. Peter Fisk bu durum için bir fikir öne sürüyor. Bu anlattığımız durumla tamamen ters orantılı olarak diyor ki: ''Bir markanın sürdürülebilir ve karlı bir büyüme sağlaması için indirimden uzak durması gerekir.'' Fisk bu açıklamayı yaparken onun gibi bir çok yazar da yapılan indirimlerin marka değerini düşüreceği uyarısında bulunmakta gecikmez.

Fisk'e katılmamak neredeyse imkansız elbette. Sezon sonunda fiyatından %70 düşmüş ve fiyatı 10TL'ye gerilemiş bir t-shirt'ın markası hakkında çoğu zaman ''çok kaliteli'' tanımlaması yapmak zorlaşıyor. Ancak hal böyle iken, artık indirim yapmadan bir markanın satmasını beklemek de oldukça zor. Çünkü tüm rakipler indirimde... Öncesinde indirimler yapan ve artık yapmamaya karar veren bir marka satış politikasını bu doğrultuda değiştirdikten sonra da indirim yapmadan yaşamını sürdürebilmesi mümkün olmayacak. Çünkü müşteri artık indirimlere alışmış olacak ve o indirimleri bekleyecek. Çünkü artık müşteri nezdinde o markanın ürünlerinin değeri belli. Daha farklı bir fiyattan satmanız neredeyse imkansız hale gelmiş durumda.

Bu konuyla ilgili Marmara Üniversitesinde yüksek lisans yaptığım sıralarda bir soru sorulmuştu. İndirimlerle doğrudan ilgili olan konu şöyleydi: Bunun en iyi örneği JC Penny’nin başına gelenlerdir. JC Penny, 1902 yılında kurulmuş, Amerika Birleşik Devletleri’nin hemen her yerinde çok katlı mağazaları olan, önemli bir perakende zinciri. Satış politikası büyük ölçüde fiyat indirimleri ve promosyonlara dayalı. Senenin her günü JC Penny mağazalarında mutlaka bir kampanya vardır. 2011 yılının sonunda, JC Penny yönetim kurulu, daha önce Target süpermarket zincirini ve Apple markasının perakende operasyonunu başarıyla yönetmiş Ron Johnson’u şirketin başına geçirdi. Ron Johnson, işe başlar başlamaz, JC Penny’nin promosyonlara bağımlı, fiyat indirimi yapmadan satış yapamayan bir marka olmasının mutlaka önüne geçmek gerektiğini düşündü. Johnson’a göre şirketin bu hastalıktan kurtulması gerekliydi. İşte bu durumla başa çıkmak adına ne yapılması gerektiğine dair bir soru sorulmuş, tüm sınıfça sorunun cevabı farklı biçimde verilmişti. Aslına bakılırsa iyi bir marka uzmanı için biçilmiş kaftan bir soru niteliğindeydi.

Peki Gerçek Hikaye Nasıldı?

Johnson önce, markanın logosunu değiştirdi. Yeni logo, markanın yeni anlayışı olan “adil ve net” fiyat politikasını yansıtır nitelikteydi. Johnson, sürekli indirim yapmanın aslında tüketicileri aldatmak olduğunu, dürüst bir markanın devamlı indirim yapmak yerine gerçek ve adil bir fiyatla satış yapması gerektiğini düşünüyordu. Aklındakini hayata geçirdi ve JC Penny’nin yeni fiyat stratejisini büyük bir reklam kampanyasıyla duyurdu. Ron Johnson’un “adil fiyat” stratejisi -maalesef- sadece bir yıl sürdü. 2013 başında şirketin bir yıl öncesine göre satışları yüzde 32 gerileyerek 3,8 milyar dolara düştü. Hisse senetleri fiyatlarındaki düşüş ise yüzde 46 oldu. Yönetim kurulu, Nisan 2013’te Ron Johnson’un görevine son verdi. JC Penny’nin indirimsiz, promosyonsuz satış politikası tutmamıştı. JC Penny’nin müşterileri, yeni fiyat politikasından hiç memnun kalmadıkları için rakip markalara yönelmişlerdi.  Peki bir perakende markası fiyatını nasıl yönetmeli? Hangi strateji doğru? JC Penny hikayesinden hangi dersleri çıkarabiliriz?

Peki Ne Yapılmalı?

Markanızın ürünleri çok uygun fiyatlara satılsa dahi, müşgteriler o ürünün piyasada ortalama hangi fiyattan satıldığını bilmiyorlarsa eğer markanın “uygun fiyat”, “dürüst fiyat”, “gerçek fiyat”, “adil fiyat” iddialarını inandırıcı bulmaz. Müşteriye normalde 120 TL olan bir pantolonu indirimli iken 80TL'ye satabilirsiniz. Fakat müşteri aynı ürünü indirimsiz 80TL'ye almaktan hoşlanmayacaktır. Eğer bir ürüne indirim yaparsanız o ürüne hiç ihtiyaç duymayan insanların bile ilgisini çekebilirsiniz. Onların bile o ürünü almasını sağlayabilirsiniz. Eğer markanız müşterilerine bu şekilde indirimler ve çeşitli fırsatlar sunuyorsa bu tip fırsatlardan müşteri bir kez yararlandıktan sonra, hep yararlanmak isteyecektir. Müşterilerine bu tip fırsatları yaşatıp kaymağını yiyen markalar kolay kolay bu stratejilerinden dönmeyeceklerdir. 

Evet belki Ron Johnson, kişisel olarak bakıldığında indirimin doğru bir strateji olmadığını düşünmüş olabilir. Ancak söz konusu büyük bir marka ve bugüne kadar hitap ettiği müşteri kitlesi belli, alışkanlıkları belli. Durum bu şekilde iken birden bire radikal olacağım diye böyle bir karar vermeniz çok da sağlık olmayabilir. Yöneticilerin görevi kendi egolarını tatmin etmek değildir. Böyle bir hayalin peşinden koşmak ve ''ben farklı olanı yapacağım'' şeklinde diretmek bazen hiç de hoş olmayan sonuçlar doğurabilir. Bu kararın yüzbinlerce kişiyi, büyük bir markayı, yılların emeğini ve bütün çalışanları tek tek etkileyeceğini unutmamak gerekir. Elbette hiç indirim yapmayan ve bu şekilde dahi satış yapabilen markalar da var. Bunların başında Lacoste markası geliyor. Ancak bu tip markaların da stratejileri hep bu yönde olmuştur. Eğer daha önce indirim yaptıysanız bir anlamda markanızın müşterilerini buna alıştırmış olabilirsiniz. 
Markanız indirim yaptı diye değerinden kaybetmez. Önemli olan bu indirimin sıklığı ve zamanıdır. Eğer indirim stratejinizi doğru kullanırsanız, seri sonu ürünler stoğunuzda fazlasıyla birikmemiş olur. İndirin yaptığınız için daha mutlu bir müşteri kitleniz olur. Daha fazla reklam yapmış olursunuz. Yaptığınız indirimin tüketici nezdinde gerçek bir 'fırsat' olarak nitelendirilmesini sağlamalısınız.Eğer bütün bunlara dikkat ederseniz indirimi dooğru kullanmış olursunuz.

19 Ocak 2016 Salı

Gülümsemeye dair şaşırtıcı gerçekler: Hangi gülümseme ne anlama geliyor?

Vücut dili kullanımının en belirgin özelliklerinden olan gülümsemenin farklı çeşitleri, altında farklı anlamlar barındırıyor. Tıpkı hissederek gülümsemenin ve mutlu olmadığımız halde gülümsemenin karşımızdaki kişiler tarafından hissedilebiliyor olması gibi, nasıl güldüğümüzün de karşımızdaki kişiler tarafından algılanış biçimi farklılıklar gösterebiliyor.
Dudakları kapatarak gülümsemek
Dudaklar kapalı şekilde gülümsemek, gülümsemenin en yaygın olarak kullanılan çeşitlerinden biri. Kolay yapılabiliyor olması, gülümsemek istemediğimiz ancak gülümsememiz gereken durumlarda karşı tarafa kibar ve nazik bir tepki vermeyi daha kolay hale getiriyor. Dudaklar kapalı olarak gülümsemek, çoğunlukla samimi algılanmayan bir gülümseme biçimi. Gerçekten hissederek gülümseyen kişilerden dişlerini göstererek gülümsemelerini bekliyoruz. Her ne kadar orta dereceli bir samimiyet belirtisi olarak algılansa da, karşımızdaki kişinin gülümserken dişlerinin beyazlığına güvenmiyor oluşunun ya da dişlerindeki problemleri gizlemek isteyişinin de dudaklarını sıkı şekilde kapatarak gülümsemeyi tercih etmesinin sebebi olduğunu da aklımızın bir köşesinde bulundurmakta fayda var.
Kendini beğenmiş gülümseme
Kendini beğenmiş ve odağın kendisinde olmasını isteyen insanların çoklukla kullandığı bu gülümseme çeşidinde, dudaklar genelde kapalı ve gülümseme sağa ya da sola çekilmiş olarak bulunuyor. Zaman zaman dudakların aralık olduğu ya da üst dudağın biraz daha kalkık tutulduğu durumlarda da gözlenebiliyor. Dudaklarla birlikte kaşlarda da bir tarafı kaldırmak gülümsemeyi tamamlayıcı olarak kullanılabiliyor.
Kendini beğenmiş şekilde gülümseyen insanların bir çoğu bulunduğu ortamda lider konumunda olmak isteyen ve odak noktası olmak isteyen kişiler. Kalabalık bir ortamda iletişim kurduğunuz kişilere bir süreliğine bu şekilde gülümsemeye devam ettiğinizde sizinle konuşurken çok daha dikkatli ve gergin olduklarını hissedebilirsiniz.
Yarım gülümseme
Kendini beğenmiş gülümsemeye oldukça benzeyen bu gülümseme türü, asimetrik bir görüntü yarattığı ve tam olarak ne yaptığınızın anlaşılmaması nedeniyle en karmaşık ve en farklı tepkiler alabileceğiniz gülümseme çeşidi. Kendine güven, utanma, ilgi, kızgınlık, dominantlık gibi birbirinden çok farklı duyguları yansıtabiliyor.
Ağız açık gülümseme
Ağız açık olarak gülümseme, dişlerin tamamının gösterildiği gülümseme çeşidinden farklı olarak, kahkaha atarken çekilmiş bir fotoğraf görüntüsünü andırır. Bu gülümseme de, şaşırtıcı şekilde çoğunlukla yapay ve samimiyetsiz bir imaj yansıtır. Her ne kadar yapay olsa da, bu şekilde gülümseyen kişiler çoğunlukla umursamaz, ben merkezci ve eğlenceli kişiler olarak tanımlanır. Özellikle fotoğraflarda fotojenik görünmenin en kolay yollarından biri, tüm dişleri göstermek ve ağzınızı olabildiğince açmak. Tabii ki öğle yemeğinde dişinizde maydanoz kalmadığından ve dişlerinizin yeterince beyaz olduğundan emin olduktan sonra:)
Bu içerik http://www.uplifers.com/ tarafından hazırlanmıştır.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

12 Ocak 2016 Salı

Markalar İnsan Olsaydı





Sene artık 2016... Şimdilerde insanlar ellerinden akıllı telefonları bir an olsun eksik etmiyorlar. Sürekli meşguller. Sürekli yapacak işleri var. Facebooktan beğenecek fotoğrafları var. Mutlaka her gün bir fotoğraf altına yer bildirimi de yapmaları gerekiyor mesela. Biraz daha cool görünmek isteyenleri haberleri okuyor. Twitter'da kim ne yazmış diye merak ediyor...

Renkli Google.. En sevdiğim!:)
İnsanlar bir nevi dikkatsizleşti artık. Önüne çıkan trafik ışığını dikkat edemez boyutlara geldi bu telefon sevdası. Çünkü yürürken, başkalarıyla sohbet ederken, tv izlerken, tuvalette dahi merak ediyor, ''Acaba Gamze yeni çıktığı ile fotoğraf paylaştı mı, dur bir kontrol edeyim'' diyor içinden. Telefon ellerden bir türlü düşmüyor.

Hal böyle iken markalar da insanların dikkatini çekebilmek için daha fazla ''mobilleşmeye'' başladılar. Özellikle Y kuşağından sonra gelen her bireyin dikkatini çekmek hayli zorlaşmıştı. Artık 90'lardaki gibi, 2000'lerdeki gibi TV'ye ilgi çekici bir reklam koyarım, bir de üzerine indirim yaptık mı oldu bu iş havasında değildi ajanslar. İnce eleyip sık dokumak zorundaydı. Çünkü artık markanın bir kişiliği, bir vaadi vardı. Marka neredeyse bir insan olmuştu. Duyguları vardı, düşünceleri vardı, çağrışımları vardı. Bir hissi, bir anlamı vardı markanın artık. Marka öyle rafta duran, duygusuz bir varlık değildi. Artık markaları 'insanlaştırsak nasıl görünür' sorusuna çözüm bulmak mümkündü.
Facebook epey yakışıklı olmuş ne dersiniz?:)
Bu konuyla alakalı aklıma gelen ilk anı Bölüm başkanımız Prof. Dr. F.Müge ARSLAN ile birlikte sınıfça Landor Ajansına gittiğimiz zaman bize sorulan soru oldu. Bizlere ''Eğer bir marka olmak isteseydiniz ne olurdunuz ve neden?'' şeklinde bir soru sorulmuştu. O zaman bu sorunun önemini tam olarak kavrayamamıştım. Aslında basitti. Markaların bir kişiliği vardı ve bize sorulan soru da kendi kişiliğimizi hangi markaya daha yakın bulduğumuz yönündeydi. Ben hiçbir markaya yakın bulmadığımı söylemiştim. Sınıfta tek bunu söyleyen bendim. Cevabım hazırdı... ''Çünkü her marka doğar, büyür ve ölür...'' Hiçbir marka sonsuza dek yaşayamaz. Ancak fikirlerimiz kalır. Bu yüzden ben insanların da birer marka olduğunu düşünüyorum. Bunun için illa ki çok bilindik ve şöhretli biri olmanıza, konserler yapmanıza ya da çok iyi bir oyuncu olmanıza gerek yok. Şimdilerde mobil ağlarla birlikte herkes ilginç paylaşımlar yaparak, Twitter'da ilgi çekici yazılar yazarak birden fenomen olabiliyorlar. Bu arada fenomen nedir? 

Sözlükte "fenomen" ne demek?

Hayranlık uyandıracak kadar dikkat çekici olan şey veya kişi. Son zamanlarda halk arasında kullanımı oldukça yaygınlaşan bu ifadenin kullanımına örnek olarak "İnternet fenomeni" ' ni verebiliriz. Bu ifade bahsedilen olgunun internette herkes tarafından takip edilmesini, hayranlık uyandırdığını ve meşhur oluşunu  anlatmaktadır.
Kaynak: http://fenomen.nedir.com/#ixzz3xyAiGdgs
Peki markalar gerçekten insan olsaydı nasıl görünürlerdi? Bununla alakalı yapılmış bir çalışma işte bu merak dolu sorunun cevabını verir nitelikte. 

Tumblr'ı çok cool buldum. Pinterest de oldukça benzemiş.
Explorer tarzsın!


Peki siz hiç markanız bir insan olsa nasıl biri olurdu diye düşündünüz mü?

Eğer bu soruyu kendi markanız için sormuyorsanız markanızın gerçekte bir kişiliği yok demektir. Doğal olarak kişiliği olmayan bir markanın kimliğinin ve imajının da olmasını düşünemezsiniz. Ayrıca bütün bunlarda hali hazırda yoksa markanızın hedef kitlesini ve pazarlama stratejilerini doğru biçimde oluşturmak mümkün olmayabilir. Büyük düşünür ve Müge hocamın en sevdiği yazar; P. Kotler'e göre bir marka: nitelikler, değerler, faydalar ve kişilik şeklinde dört temele dayalı olarak müşteriye ulaşır. Eğer kişiliği olmayan bir markaya sahipseniz, temeldeki en önemli unsur yoktur. Markanız buna bağlı biçimde gelişecek tüm faaliyetlerden de mahrum kalacaktır.

Marka Kişiliği Nasıl Oluşturulur?


Tam bir Instagram!
Öncelikle Müge hocamın sürekli altını çizdiği önemli bir husus var ki o ''Marka kişiliği, marka kimliği ile aynı şey değildir'' derdi. Marka kimliği: Markanın yönelimi ve amacını belirlemeye yardımcı kaynaklardır. Marka kimliği aynı zamanda tüketicilerin zihninde marka ile bağlantılı olarak beliren her türlü çağrışımlardan oluşur. Markanıza ait vizyon, müsyon, imaj, kişilik gibi kavramlar marka kimliği çatısı altında bulunan kavramlardır.
Marka kişiliği ise; Markanın tüketici tarafından etkileyici, güvenilir, eğlenceli, aktif, komik, entellektüel vs algılanmasını gösterir. (Kısacası markanın insan benzeri 'kişilik' özelliklerini gösterir.)

Twitter oldukça hızlı.

Marka Kişiliğinin 5 Temel Boyutu

Modern pazarlamada marka kişiliği 5 temel boyutta inceleniyor.
  • Samimiyet: mütevazı, sağlam, dürüst, güleryüzlü
  • Coşku: cesur, heyecanlı, kışkırtıcı, güncel, yaratıcı
  • Ustalık: zeki, güvenilir, başarılı
  • Seçkinlik: etkileyici, üst düzey
  • Sertlik: sert ve dışsal
Bir marka yukarıda bahsettiğimiz kişilik özelliklerinden sadece birine ait belirtiler taşıyabilirken, birden fazla özelliğe de sahip olabilir. Örneğin; Harley Davidson sert ve dışsal bir özelliğe sahipken aynı zamanda cesur ve heyecanlı bir marka olarak algılanabilir. Aynı bakış açısıyla Apple’ın hem ustalık, hem de seçkinlik boyutuna ilişkin özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.
Linkedin oldukça ciddi
Oluşturulan marka kişiliği akılda kalıcı reklam kampanyaları oluşturmak amacıyla ünlülerle de özdeşleştirilebilir. Spor ayakkabı markalarının futbolcuları ya da basketbolcuları reklam yüzü olarak seçmesi gibi. Ya da yeni doğum yapmış bir mankenin bir moda markası tarafından tercih edilmesi gibi.

Marka kişiliği nasıl oluşturulur?

Marka kişiliği 4 adımlık bir strateji izlenmesi ile oluşturulur.
  1. Hedef kitleyi belirleme
  2. Tüketicinin ihtiyaç ve beğenilerini belirleme
  3. Tüketici kişiliği profili oluşturma
  4. Bu profile uygun bir marka kişiliği geliştirme
Marka kişiliğinizi oluşturduktan sonra tüm reklam faaliyetleriniz başta olmak üzere pazarlama stratejinizi bu kimlik üzerine oluşturabilirsiniz. Hatta markanızı bir ünlüyle özdeşleştirerek hedef kitlenizin aklında her zaman “Nike ayakkabısıyla potaya uzanan Micheal Jordan” gibi kalıcı bir yer edinebilirsiniz.
Kaynaklar:

5 Ocak 2016 Salı

Müşteri Şikayetlerinin Önemi

Yüksek lisans projemi sosyal medyada şikayet yönetimi alanında yazmıştım. Sosyal medya hocamız Sayın Yard. Doç. Dr. Başak Değerli'nin de katkıları sonucunda 3-3 buçuk ay sonrasında projem hazırdı. Elbette proje yazarken sürekli aklınıza yeni fikirleri geliyor ve sürekli olarak yazınızı güncelleştirme gereği duyuyorsunuz. ''Acaba bunu da koysam mı, fazla uzun olur mu, okuyucu şunu da merak eder mi, görseller yeterince açıklayıcı mı?'' tarzında sorular soruyorsunuz kendi kendinize. Bütün bunlar bitince de sıra word'de yazdığınız projenizi sayfa, satır aralığı, dizayn gibi önemli unsurlara sıra geliyor. Bitmiyor gibi geliyor değil mi? Bitiyor. Ama nasıl bitiyor o proje siz gelin bir de yazana sorun... 
Şikayet yönetiminde en önemli unsur şikayetlere ulaşmanız. Kısacası ulaşma yönteminiz. Şikayetleri nasıl elde edeceksiniz? Kapı kapı dolaşıp; ''Merhabalar biz X markasından geliyoruz acaba X markasının Y ürününe dair bir sıkıntınız, probleminiz var mı, bizimle paylaşmak ister misiniz?'' deyip, bize ikram edilen çayı içmiyoruz elbette. Böyle bir şey yapılabilir olsa şikayet yönetimi konusuna bambaşka bir bakış açısıyla bakmamız gerekirdi. Veri topluyoruz. Nasıl mı? Günümüzde veri toplamak için harika bir yardımcı var aslında. İnternet sayesinde şikayetleri yönetmek sanıldığından çok daha kolay.
Ben 'Sosyal medyada Şikayet Yönetimi' projem için Twitter'ı uygulama alanı olarak seçmiştim. Çünkü Twitter için bazı programlar var ve bu programlar sayesinde veri çekebiliyorsunuz. Veriler zaten herkese açık olarak Twitter'da paylaşıldığından benim bunları alıp sansürlemem gerekmedi. Proje yazacak arkadaşlara duyurulur: Sosyal medyayı verilere ulaşım konusunda rahatlıkla kullanabilirsiniz.
Şimdi gelelim şikayet yönetiminin önemine; Günümüzde bir takım markalar görüyoruz ki onlar tüketicilerin isteklerinden çok aslında onların kendi ürünlerine harcayacakları paraya odaklı hareket ediyorlar. ''Bir sorunu varsa indirim yaparız ucuza alır geçer'' mantığıyla davranmak almış olduğumuz tğm pazarlama eğitime hakaret olmaktan öteye geçemiyor. Şikayet dediğiniz zaman aklınıza sadece ürünle alakalı fiyatmı geliyor. Bir daha düşünün. Bir mağazaya girdiğimizde ''Merhaba nasıl yardımcı olabilirim'' diye soran şirin satış danışmanlarımızdan, ''Elimde bakın inanılmaz indirimli bir ürün var'' deyip, neredeyse zorla denebilecek şekilde elimize tutuşturulan bir parfüm şişesi ve elinde testerla birlikte bileklerimzie sıkılan kokuları aklınıza getirin. Bu agresiflik satış demek mi? Satışın mantığı hemen al parayı ver git mi? Satış sonrası hizmetler gerçekten tüketici açısından önemli mi yoksa herkes bir şeyleri ucuza nasıl alırım diye mi düşünüyor?
Son bir kaç senedir (malesef yeni yeni) ortaya çıkan bir düşünce şirketlerdeki pazarlama birimi harekete geçirdi. Artık müşterilerileri memnun etmelerinin sadece inirim yapmakla mümkün olmayacağını, mutlaka müşteri şikayetlerine kulak vermeleri gerektiğini anlamış durumdalar. Memnuniyetsiz müşteri, daha az para harcayan müşteri. Daha az para harcayan müşteri de değeri daha az olan müşteri diye düşünen markalar vardı eskiden. Hala varlar mı onlar? Eğer bu tip bir bakış açısıyla yaklaşan markalar varsa lütfen ya zihniyetlerini değiştirsinler ya da satış yapmaktan vaz geçsinler. Örnek vermemi ister misiniz? Pekala, bir rujun ve bir allığın fiyatı aynı olmadığı bir gerçek. Peki ya kar marjı aynı olduğunu söylersem? Bana hak verir misiniz? Küçük ürün büyük ürün diye ayırmamızın gereği yok. Genel olarak bir markada satılan her ürünün kar marjı birbirine yakın olarak hesaplanıyor. Dolayısıyla 3 tl lik ürün de almış olsanız siz iyi bir hizmeti hak ediyorsunuzdur. O fiyatları siz mi koydunuz?
Zaman geldi ve bazı markalar müşteri şikayetlerinin içinde gerçekten dikkate alınması gerekli tavsiyeler olduğunu fark ettiler. Yine bazıları diyorum çünkü hala bir çok marka şikayetlerin önemini malesef kavramış değil. En azından Türkiye için malesef bu böyle. Hatta bir çok şirkette pazarlama birimi ''müşteri kitlesi'' hakkında konuşurken sanki cansız varlıklardan bahsediyormuşçasına ''para, kotalar, reklam bütçeleri, büyüme, karlılık, gelecekteki satış beklentileri'' gibi unsurları konuşuyorlar. Durun bir dakika! Siz kendiniz gibi düşünen, sorgulayan, psikolojisine göre hareket eden varlıklardan bahsediyorsunuz. İnsanların ihtiyaçlarını, hayatlarına dair beklentilerini, bakış açılarını, yaşayışlarını, sorunlarını, şikayetlerini de konuşmalısınız. Bu tip konular şirkete paza kazandırmıyor diye konuşulmuyor olabilir. Ancak çözmediğiniz şikayetler yarın gelir sizin başınıza daha büyük sıkıntılar açabilir. O zaman hedef büyümenizi tekrar konuşmanız gerekecek, öyle değil mi?
Haydi elektrik, su faturası ya da bir internet borcu için telefon açın. Karşınızaki müşteri hizmetleri size ''Abone numaranızı'' mı soruyor? Niçin? TC kimlik numarası istemek bu kadar zor mu? Her birimiz birer abone numarasından ibaretiz algısını bizlere dibine kadar hissettirmek bizleri özel hissettirmenin yanından geçiyor mu gerçekten?
İnsanlar bir ürün almaya karar verdiklerinde ''Z markasını alalım bunun C ürünü iyidir.'' şeklinde hızlıca kafasından geçirerek karar veriyor. Bunda aslında bir unsur da sıkıntı çıkmayacağı, ürünle ilgili bir sorun olması durumunda sağlam bir şikayet yönetimi sistemi ile karşılaşacağı düşüncesi oluyor. Niçin bilgisayar alırken markasına ve özelliklerine bakıyoruz? Çünkü bir sorun olduğunda muhattap olabileceğimiz ciddi bir servis ağı bekliyoruz. Bugün tüketicilerin güvendiği markalar arasında yer alan Arçelik de bunun güzel bir örneğidir. Büyük bir başarı hikayesidir çünkü Arçelik daima müşteri şikayetlerine önem vermiş bir markadır. Tüketicilerine iyi davranır, değer verir, dinler ve hızlıca çözüm üretmeye çalışır. Arçeliği bu görkemli günlerine taşıyan da işte bu şikayet yönetimi anlayışı olmuştur.
Öte yandan müşteriyi memnun etseniz, şikayetlerini dinleseniz, indirim yapsanız dahi müşterinin artık çok fazla sayıda seçeneği var. Bir rafa gidecek ambalajı en güzel olan, renkleri ilgisini çeken, göz hizzasındaki, markasının ismine güvendiği, şikayetlerini iyi yönetebilen ( ya da hakkında kötü bir yorum duymadığı), yakınlarının tavsiye ettiği, en önemlisi de fiyatı cebine uygun olan ürünü alacak. Peki nereye gitti şikayet yönetimi önceliği? Size şikayetleri yönetmek para kazandırır demiyorum. Şikayetleri yönetmek orta-uzun vadede hatalarını görmenize ve bu hatalar yüzünden müşteri, dolayısıyla para kaybetmemenize yarar. Extra para kazandırdığını pek görmedim. Kaybetmenize engel olabileceğini savunuyorum.
Şikayetini dile getiren müşteri, eğer şikayeti karşısında ona çözüm ondaklı ve pozitivist bir tutum sergileyen bir marka ile muhattap olursa markaya şüphesiz ki daha çok bağlanacaktır. Yapılan iyi muameleyi de kötü karşılamayı da unutmayacaktır. Bir çok araştırma sonucunca şikayetleri çözümlenen markalara sadakat oranının arttığı gözlemlenmiştir. Şikayetleri çözülen müşteri markaya karşı bir sorumluluk duygusu içine girer. Yaşadığı tecrübeyi anımsar ve alma davranışını tekrarlar. Öte yandan yaşadıkları bu şikayet yönetimi tecrübesini de çevresiyle paylaşmaya meilli hale gelirler. Bu da ''Her şikayet bir armağandır'' düşüncesini doğrular.
Müşteri şirkete ve markaya böylesine bağlanırken, şikayet yönetiminin markaya da bambaşka bir yararı ortaya çıkar. Şikayetleri inceledikçe kendilerindeki bazı hataları ve bazen de çok kolay bir biçimde çözülebilecek problemler için çözüm önerileri almış olurlar. Bu anlamda ''Akıl akıldan üstündür'' şeklinde konuya yaklaşılabilir. Bu yüzden marka bütçesini şikayetler doğrultusunda tekrar düzenleyebilir. Belki de aslında müşteri nezdinde çok da önem arz etmeyecek bir yatırım yaptığını fark edebilir. Kısacası şikayet yönetimi ücretsiz bir danışmanlık sistemi haline gelmiş olur. Şirketler daima müşteri şikayetlerinin önemini ve değerini çalışanlarına aktarmak zorundadırlar.
Müşterilerine değer veren, şikayetlerini dinleyen her şirket müşteri nezdinde değerlidir. Bu değer de itibarı doğurur. Ne demiş Robert Bosch: ''İtibarımı kaybedeceğime paramı kaybederim''

Etiketler

2015 2016 4 saniye 7 unsur 7p affetmek Agresif stratejiler Ağızdan ağıza pazarlama Algı Algı yönetmek Alışveriş Alışveriş Merkezleri America Amerika Amerika nasıl Amerika oldu? Anadolu Efes analiz Anı yaşamak Apple Araştırma hedefi Araştırma Problemi araştırmak Araştırmanın künyesi Araştırmanın özeti Avusturalya Ayakkabı B2b Bağımlılık Bağlılık Bait bakmak Başak Değerli Başarı başarılı olmak Başarmak Berke Civan Berliner Bilgi bombardımanı Blog blogger BP Bu Tarz Benim Business Bütçe Bütünleşik pazarlama Bütünleşik Pazarlama İletişimi büyük etkiler bırakmak Cam ambalajlar Cam şişe Cem Çınlar CEO cesaret Ciddiyet ve disiplin Coca Cola content content marketing CRM CV çalışma hayatı Çevre Çevre kirliliği Çiçek çerçevesi Çocuk çözüm Çözüm üretmek Dağıtım Yar Doç Dr Selda ENE Daha güzel bir dünya Değer değişim deney Deneyim denge dengeli olmak Depresyon depresyonla başa çıkma Dersler digital dijital Dijital kampanya Dijital pazarlama Dijital pazarlamanın 5 temel taşı diş sağlığı duygu duygusal liderler Dünya Dünyanın en büyük markaları dürtü düşünür düzen Eleştiri Eminönü Empati Erdem Erdemli olmak Esir Eş zamanlı arama motoru Facebook fark fark yaratmak farklı olmak Farklılaşma Fayda Ferrari filickr Fiyat Formüller geçim Geneleneksel iletişim araçları Georgii Frantsevich Gouse Gerilla pazarlama Girişimci Giyim Google görmek Gurmania güçlü olmak Güven Güvenilirlik güzen Halil Erdoğmuş Hayal Hayatı kolaylaştırmak haz Hedef belirlemek Hitmet üreten hizmet Hoşgörü huzur IK Instagram içerik İçerik İçerik Moderatörü içerik pazarlaması ikna iknanın psikolojisi iletişim İletişim İletişim kirliliği ilham İlham İlişkiler imaj inanç indirim indirim yapmak indirimsiz markalar inovasyon İnovatif insan internet ipana İsim İsim hatırlayamama İsmi neydi? İstek istemek iş hayatı İşaret itibar iyilik izlenim jest kampanya kar etmek Karar karar almak Kares AVM karmaşa Kendimizi ifade etmek Kendini beğenmişlik Kevin Hogan kişilik Kitle KONUM KONUM TABANLI PAZARLAMA Konumlandırma Kuramsal Çerçeve Kurumsal yönetici küçük harf Kültür Lacoste Lc Waikiki leader lider LinkedIn Liste Listelemek Makale eleştirisi Maliyet Marka marka bilinirliliği marka değeri marka imajı marka inşası marka kişiliği Marka kültürü Marka Nedir? marka sadakati marka yaratmak Marka yönetimi Markalar markalarda bog kullanımı Marlboro Marmara Üniversitesi maske Medyada yer almanın artan maliyeti Medyanın çeşitlenmesi merak merak etmek Microsoft mimik Motive edici pazarlama msel pazarlama Mutlu olmak mutlu olmanın koşulları Mutlu olmanın yolları muzaffer şerif mücadele Müşteri müşteri ilişkileri Müşteri İlişkileri Müşteri İlişkileri Yönetimi müşteri memnuniyeti müşteri sadakati müşteri şikayetleri müşteriler Nasıl başarılı olunur Nestle Nike olumlu düşünmek Onedio Onel AVM Operasyonel pazarlama Ödev Ödevler ön yargı Önem ÖNERİM Özellikler Para para kazanmak Parekendeci Pazar Pazara uyum Pazarlama Pazarlama Araştırmaları Pazarlama Karması Pazarlama Kirliliği Pazarlama noktaları Pazarlama okuyanlar Pazarlama uzmanı Pazarlamanın P'leri people physical evidance Pinterest Place Plain pack Plastik atıklar PR Prestij Price Proaktif process Product Prof Dr Ahmet Ercan GEGEZ Prof Dr Fatma Müge ARSLAN Prof Dr Mert UYDACI Promotion psikoloji Radyo Rakip Red Bull rekabet Reklam Reklam ajansı Reklam Müziği Reklam önerisi Risk robert bosch Rus Rus kültürü Rusya Rusya pazarı sadakat sadık müşteri sağlık Samsung saniye Satış Satış temsilcisi Saygı Selfie Sembol Sevgi Sınavlar Sigara Simge Simple simülasyon Sistem sorulama sosyal sosyal girişimci Sosyal Medya Sosyal Medya Esiri Sosyal medya kampanyası taslakları Sosyal paylaşım Spor Starbucks Stiletto Strateji Stratejik pazarlama şans şansa inanmak şikayet şikayet yönetimi Şişe Şişeler takit etmek taklitçilik Tarihçe Tarz Tasarım Tatlı tatmin Televizyon Televizyon Reklamları Terim Tick Tock Boom Toptancı TREND tumblr Tutundurma tutundurma karması Tüketici Twitter uslup Ücret Üniversite Ünlü olmak Ürün Ürün çeşitliliği Ürün kalitesi Ürün yönetimi üyeler Vazgeçmek Vestel WOM Word of mouth Y nesli yaşam Yeni medya Yeni ürün geliştirme yeni yıl Yerli malı yorum yorum pazarlama yorumlar yönetici yönetmek Zafer Tanrıçası Zaman Zenginlik Ziyaret Ziyaretçiler